Adlî yıl, son dönemde yoğunlaşan hukuk ihlallerine ve yol açtıkları ağır mağduriyetlere ilâveten korona salgınının yargı faaliyetleri üzerindeki olumsuz etkilerinin devam ettiği sıkıntılı bir ortamda açıldı.
Açılış töreni yine Sarayda yapıldı...
Cumhurbaşkanının “Amacımız güven veren ve erişilebilir bir adalet sistemini tüm kurum ve kurallarıyla tesis etmektir” sözü, acı gerçeğin birinci ağızdan bir kez daha ikrarı oldu.
Ve bu ikrar “Bu duruma yol açan anlayış ve uygulamalar bir an önce aşılmadıkça, sözü edilen amaca ulaşabilmenin imkân ve ihtimali var mı?” sorusunu gündeme getirdi.
Aynı konuşmadaki “İnsan Hakları Eylem Planını bu yıl hayata geçirecek; hukuk devleti niteliğimizi güçlendirecek olan bu planla ülke içinde ve uluslar arası alanda maruz kaldığımız pek çok sıkıntıyı çözeceğiz” sözü de bir başka ikrar. Demek ki, insan hakları meselesinin ülke içinde de, dünyada da kendilerini sıkıntılara maruz bıraktığının farkındalar...
Çözüm olarak, aylardır sözü edildiği halde bir türlü ortaya çık(a)mayan İnsan Hakları Eylem Planını gösteriyor Cumhurbaşkanı.
(Bu planı değerlendirdiğimiz 7.5.20 tarihli yazımız: https://www.yeniasya.com.tr/kazim-gulecyuz/kim-inanir-size_519087)
Aslında hukuk ve insan haklarında yaşanan vahim ve kronik sıkıntıların çözümünü yeni bir eylem planına bağlamaya gerek yok.
Soruşturma ve yargılama süreçlerinde masumiyet karinesinin; suç ve cezanın şahsîliği ilkesinin; (Her fırsatta “Biz getirdik” diye övünülen) lekelenmeme hakkının, savunma ve âdil yargılanma haklarının sorumsuzca hiçe sayıldığı ihlallere son verilmesi çözüm için yeterli... Bir de, her önüne gelene terörist damgası vurmaktan vazgeçilsin, sıkıntıların çoğu biter.
Buradaki asıl problem, söylem-eylem tutarsızlığı ve çelişkisi. Lâfa gelince çok doğru ve parlak sözler söyleniyor; ama uygulama ne yazık ki bu söylenenlere tamamen ters.
Son derece önemli bir husus da şu:
“Güven veren ve erişilebilir bir adalet sisteminin tesisi”ni söylem düzeyinde kalan ve mevcut yaklaşım terk edilmedikçe gerçekleşmesi imkânsız bir “amaç” olmaktan çıkarıp fiilen yaşanan bir gerçeğe dönüştüremediğimiz sürece, dünyadaki adaletsizliklere karşı seslendirdiğimiz haklı itirazlar da boşlukta kalır.