"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman devlet hadisesini en güzel şekilde izah etmiştir

03 Temmuz 2015, Cuma
Bediüzzaman Hazretlerinin Divan-ı Harb-i Örfî kitabında çok güzel bir sözü var. Orada der ki: “Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse, halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar.” Devlet hadisesini bunun kadar güzel izah eden çok az şey vardır.

TÜRKİYE’DE SOLUN SAĞI ANTİDEMOKRATİK OLMAKLA SUÇLAMASININ YORUMUNU YAPAR MISINIZ?

Demokratik olma, millet iradesini üstün tutma hadisesidir. Millet iradesini sol üstün tutmuyorsa, sol demokratik değildir. Sağ üstün tutmuyorsa, o da demokratik değildir. Millet iradesini sağ üstün tutmuyor diye genel itham yapmak mümkün değildir. Sağa veya sola millet iradesini üstün tutmuyor diye genel itham yapmak mümkün değildir. Kendisini sağcı veya solcu sayıp da gerçekten demokrat olmayan insanlar olabilir. Bunların demokrat olmayışı ne sağ fikirli insanların, ne sol fikirli insanların antidemokratik düşüncelerin sahibi ve sâliki olduğu gibi bir iddianın yapılmasını gerektirmez. Genelleme yerine, kişilere bakmak lâzım. Eğer sağ antidemokratiktir deniyorsa, kim diyorsa bunu, yanlıştır. Diyorsa ki, sol antidemokratiktir, o da yanlıştır. Zaten eğer sol varsa sağ kaçınılmazdır, sağ varsa sol kaçınılmazdır. Ama devleti tahrip etmemek, hür fikirlere sahip çıkmak gibi hususlarda beraber olmaları lâzımdır.

Ekonomik meselelerde, kalkınma meselelerinde farklı düşüncelere sahip olabilirsiniz. Millet kimi tasvip ediyorsa o yapar. Netice alınmıyorsa öbürü yapar. Hadiseyi böyle anlamak lâzım. Tabiî ki, solla komünizmi ayırıyoruz. Sağla diktatörlüğü de ayırıyoruz. Aslında komünizm de diktatörlük, faşizm de diktatörlük. Onlara giden sol, sol değildir; sağ, sağ değildir. Başka şeylerdir onlar. Perde arkasında başka şeyler vardır. Ben demokratik mânâda sol ve sağı alıyorum. Hürriyetçi fikirlere sahip olan, komünizme ve faşizme karşı çıkan düşünceleri alıyorum.

MİLLÎ İRADE NEYİ İFADE EDER?

Millî irade serbest zeminde milletin hür iradesinin tecellîsini ifade eder. Son söz ondadır. Bu son sözü usûlüne göre mutlaka söyleyebilmelidir millet. Millî irade çoğunluk iradesidir. Millî irade 100 kişinin 100’ünün aynı fikirde olması değildir. Mümkün değildir zaten. Çoğunluk yanılmaz. Demokrasinin kaidelerinden birisidir bu. Eğer halk hürse, serbest bir ortam varsa doğruyu bulur. Bu nereden geliyor? Ahzab Sûresinde Cenâb-ı Allah aklı teklif ettiği zaman, dağlara teklif etti, dağlar kabul etmedi; ama insanlar kabul etti. Demek ki, akıl dağların dahi taşıyamayacağı kadar ağır bir iş. İnsanoğlu doğruyu bulur. Bunlar bedihîdir, ispatlamaya hacet yoktur. Çoğunluk doğruyu bulur. İşte millet iradesinin hakimiyeti demek, halkın halk tarafından halk için idaresidir. Bunun mekanizmasıdır demokrasi. Bu neticeyi sağlamanın adıdır.

TOPLUMDA DEMOKRASİ ŞUURU NASIL YERLEŞİR? BUNUN İÇİN NELER YAPILMASI LÂZIMDIR? BİLHASSA DEMOKRASİNİNAYDINI NASIL YETİŞİR?

Bunların hepsi zaman meselesidir. Ne kadar inseniz, ne kadar çıksanız, hem inancı, hem kültürü, hem şuuru zaman içinde olacak. Kendiliğinden olmaz. Demokrasinin temel kaideleri her yerde aynıdır. Mekanizmada, teferruatta farklılık olabilir. Ama hürriyeti, adaleti, eşitliği, refahı, sosyal güvenliği, sosyal dayanışmayı, manevî ve maddî güçlenmeyi, zenginleşmeyi sağlamayan bir demokrasi olmaz. O neticeleri sağlayacak. Birini sağlayıp diğerlerini sağlamayacak diye birşey olmaz. Hepsini beraber sağlayacak zaten tek bir rejim vardır: Demokrasi.

İSLÂM VE DEMOKRASİ ARASINDA NASIL BİR BAĞ KURUYORSUNUZ?

Bana göre, İslâmın temel kaideleri, emirleri, nehiyleri, insanlığa gösterdiği istikamet, demokrasinin gösterdiği istikamet ile temelde birleşiktir. İslâmın inanç kısmından hemen sonra dünyayı tanzim eden kaidelerine baktığımız zaman, evvelâ Allah’tan başkasına kul olmama hadisesi ki, bence hürriyetin bundan güzel tarifi olmaz. Hemen ondan sonra Nisa Sûresinin 58. âyetinde “Emaneti ehline veriniz. İnsanlar arasında adaletle hükmediniz;” Sad Sûresinin 26. âyetinde “Ey Dâvud, seni yeryüzüne halife tayin ettik, insanlar arasında adaletle hükmetmezsen gazabımdan kurtulamazsın” buyurulur. Yine Nahl Sûresinin 90. âyetinde, Allah’ın adalet ve ihsanla emrettiği bildirilir. Kur’ân-ı Kerîmin birçok âyetlerinde, aslında demokrasi ile sağlamak istediğiniz şeylerin birçoğu vardır. Demokrasi haram üzerine olmayan, helâl üzerine olan bir sistemdir.

Daha evvel de temas ettiğim gibi, Hz. Peygamberin (asm) Veda Hutbesinde İnsan Hakları Beyannamesiyle büyük paralellikler olduğu gibi, İslâmın ana çerçevesinde de demokrasinin ana çerçevesiyle büyük paralellik bulursunuz. İnsan Hakları Beyannamesini meydana getiren esaslar, yine semavî dinlerden çıkmadır. Tevrat’taki on emri İncil’de de bulursunuz, benzerlerini Kur’ân’da da bulursunuz. Benzerlerini Budizmde, Brahmanizmde de bulursunuz. Aslında İnsan Hakları Beyannamesi genel çerçeve itibarıyla bunlara, mukaddes kitaplara geliyor. Zaten Müslümanlık Tevrat’ı da, Zebur’u da, İncil’i de hak kitap sayan, bu dinleri hak din sayan bir dindir. 

Ve dinde zorlama yoktur. İslâmı yayarken dahi ancak ikna yoluyla gidin, zorla yapmayın. Bu kadar büyük hoşgörü. Din adamlarına eziyet etmeyin. Kadınlara, çocuklara eziyet etmeyin. Aşağı yukan Tevrat’taki emirler de bunlardır. 

Tabiî ki, Müslümanlığın, Kur’ân’ın, Hz. Peygamberin insanlığa gönderilmesi hadiseleri, bunlardan uzaklaşıldığı içindir. Aslında Müslüman olarak temelde hak din, hak peygamber saydığımız bu dinlerin, bu peygamberlerin, bu kitapların söylediği şeyleri Kur’ân tasdik ediyor. Zaten Bakara Sûresinin birinci ve ikinci âyetlerinde konuya öyle giriyorsunuz. Kitaplara ve peygamberlere inanıyorsunuz. 

Nedir itiraz? Zaman içinde bunların bozulmuş olmasıdır. Ve insanoğlunun son iki bin sene zarfında meydana getirdiği büyük değerlerde, çok büyük farklılıklar yok. Bunları toplamış, çağa getirmiş ve İnsan Hakları Beyannamesi diye ortaya koymuş. Binaenaleyh, dikkatle bakılırsa, biraz hoşgörüyle ve biraz büyük bakılırsa, iyiyi tarifte farklılaşma yok. Kötüyü tarifte de farklılaşma yok.

Ve başından beri insanoğlu aslında doğruyu ve iyiyi arıyor. Hakkı ve bâtılı ayırd etmek için. Ve insanlığın bütün mücadelesi, hakka bağlı kalmak, bâtıldan kaçmaktır.

Bence demokrasi, istediğini yapmaktan ibaret değildir. Doğruyu yapmaktır. Zaten doğruyu yapmazsanız barınamazsınız. İslâmiyet ise bunu emirlere bağlamış. Herşeyi yapmakta serbestsiniz dediği yerde dahi kötüyü yapmakta serbest değilsiniz. Hem kanunlar var, hem de toplumun baskısı var—toplum sağlam bünyeli bir toplumsa.

İSLÂM DEMOKRASİ ANLAYIŞININ FİİLÎ TATBİK ZEMİNİ OLARAK ASR-I SAADETİ NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?

Evvelâ halife meselesi. Tabiî, Hz. Ebu Bekir varken başkasının halife olması düşünülemez. Ki, Sahabîler de bunu kabul ederek, onu halifeliğe seçmişlerdir. Sonra Hz. Ebu Bekir’in halife namzeti olarak gösterdiği Hz. Ömer de umumî bir biatla benimsenmiştir. Hz. Osman’a gelindiği vakit yine seçim vardır. Seçim, öncelikle Aşere-i Mübeşşerenin hakkıdır. Hayatta iken cennetle müjdelenenlerden sağ kalan altı kişi. Halife seçilecek. Altı kişi seçeceğine, bunu Ashab-ı Kiramın çok büyüklerinden Abdurrahman bin Avf yapsın diyor diğerleri. Abdurrahman bin Avf fevkalâde zengin bir insan. Bütün servetini İslâma vermiş. 

Halifelik için Hz. Osman’a soruyor: “Devlet işlerini, din işlerini, dünya işlerini halife olduğun zaman Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye esası üzerine yürütebilir misiniz?” Hz. Osman “Yürütürüm” diyor. Hz. Ali’ye soruyor. Hz. Ali “Gücüm nisbetinde yürütürüm” diyor. Hz. Abdurrahman üç gün üç gece hiç uyumadan Ashabın ileri gelenleriyle istişare ediyor. Sonra bir daha toplanıp soruyorlar ve neticede geniş bir cemaat “Hz. Osman’a biat ettik” diyor. 

Abdurrahman’a daha sonra soruyorlar: “Yalnız, senin gönlün Ali’ye idi, niye Osman’ı seçtin?” “Tereddüt gösterdi Ali” diyor.

Sanıyorum ki, herşeyin açıkta, alenî cereyan etmesi hadisesinin çok çarpıcı, düşündürücü misalleri Hz. Ömer devrinde çok vardır. Meselâ, camide Cuma hutbesini okurken “Ey Müslümanlar, beni dinleyiniz” dediği zaman, birisi ayağa kalkıyor. “Yâ Ömer, seni dinlemiyoruz” diyor. “Niçin dinlemiyorsunuz?” dediği zaman da, “Gaza oldu, sen bize ganimet dağıttın, kumaş dağıttın. Bana verdiğin kumaştan bir elbise çıkmıyor. Senin kumaştan ise bir elbise çıkmış. Sen giyiyorsun. Demek, sen kendine çok aldın.” Halifeye diyor bunu. Çok önemli bir hadise. Hz. Ömer oğluna diyor ki: “Kalk, izah et.” Oğlu kalkıyor, diyor ki: “Evet, dağıtılan kumaştan bir elbise çıkmıyor. Benim kumaşımla babamınkini birleştirdik, babama bir elbise çıktı.” Bunun üzerine öbür zat kalkarak, “Yâ emîrel-mü’minîn, seni dinliyoruz” diyor.

Bu, fevkalâde ibret dolu bir hadisedir. Asr-ı Saadette rejimin nasıl açık olduğunu; nasıl hak, hukuk ve adalete dayandığını; hakkın sahibi olan kişinin, Müslümanların emîri olsa dahi ona sual yöneltilebildiğini göstermesi bakımından fevkalâde önemlidir.

Bediüzzaman Hazretlerinin Divan-ı Harb-i Örfî kitabında çok güzel bir sözü var. Orada der ki: “Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse, halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar.” Devlet hadisesini bunun kadar güzel izah eden çok az şey vardır.

Asr-ı Saadetteki hadise, İslâmı yaşama, İslâmı hakim kılmadır. İslâmı yaşadığınız, İslâmı hakim kıldığınız zaman zaten Allah’ın emirlerini hakim kılarsınız. Onun için ben izah etmeye çalıştım. Netice itibarıyla semavî kitapların ana esasları derlenmiş, toparlanmış, gelmiş, insan hakları olmuştur. Dünya nizamı olmuştur. Binaenaleyh, onu hakim kılabildiyseniz mesele yoktur. Adaleti hakim kılma hadisesi Hz. Ömer’e aşılamayacak bir şöhret kazandırmıştır. Bir âbidedir. Eşi emsali olmayan bir âbidedir. Sosyal dayanışma ki, merhum Mehmed Âkif in “Kocakarı ile Ömer” hikâyesinde anlatılır. “Emîr nereden bilsin a kadın, çocukların aç olduğunu” dediği yerde, “Madem ki bilmeyecekti, niye emîr oldu?” der. “Dicle kenarında bir kuzu kaybolsa onu Ömer’den sorarlar” sözü var ya. İdareciysen bir memlekette herşeyi bilmeye mecbursun. “Filanca yapmış, ben nereden bileyim?” diyemezsin.

Nihayet, Hz. Ali’nin Estername tabir edilen, Hâris’e yazmış olduğu mektup bir şaheserdir. Üzerinden 1400 sene geçmiş. İçerisinde iyi idarenin bütün öğütleri var. 

O bir fevkalâde hal. Ondan sonra da birçok padişahlar, halifeler gelmiş. Zaman zaman çok parlak devirler yaşanmış. Ama Asr-ı Saadetin bir benzeri yaşanmamış. O başka birşey. Zaten bir Asr-ı Saadet diyoruz, başka birşey de diyemiyoruz.

Bakınız, aslına bakarsanız, Tanzimat Fermanı çok değişik şekilde yorumlanmıştır. Sanmıyorum ki, Türkiye Tanzimat Fermanını doğru bilsin. Tanzimat Fermanının metnine baktıysanız, şöyle diyor: “Yüz elli seneden beri gavail-i mütemadiye [devam eden gaileler] ve esbab-ı mütenevvia [çeşitli sebepler] devletimizi geriye itmiştir.” Devletimizin geriye gidiş sebebini İslâmdan ayrılma olarak gösteriyor. “İslâmdan ayrıldığı için geriye gitmiştir” diyor.

Hakkı, hukuku, adaleti hakim kıldığınız takdirde çok değerli bir iş yaparsınız. Zaten Kur’ân-ı Kerîm zulme karşı çıkmada eşi emsali bulunmayan kaideler koymuştur. Cenâb-ı Allah zulmü ve zalimi sevmez. Serîül-hisab’dır, zalimin hesabını çabuk görür. Zulmü alkışlamayınız, zalimi alkışlamayınız, zalime meyletmeyiniz, cehennemlik olursunuz. Araf Sûresi, 41; Hûd Sûresi, 13. Binaenaleyh, adalete sahip çıkmak ancak zulme karşı çıkmakla mümkündür. Başka türlü nasıl sahip çıkarsın? Hz. Ömer’in adaleti, Hz. Ebu Bekir’in sadakati, Hz. Ali’nin ilmi ve cesareti, Hz. Osman’ın yumuşak huyluluğu ve İslâma olan bağlılığı -Kur’ân’ı toplayan Hz. Osman’dır. Zinnureyn. Hz. Peygamber (asm) iki kızını vermiştir, “Bir kızım daha olsa onu da Osman’a verirdim” diyor- kısaca cesaret, sadakat, adalet, yumuşak huyluluk; bunları bir araya getirdiğiniz zaman “ahsen-i takvim” çıkıyor. 

Benim ta başından itibaren moral ve manevî değerler diye anlatmaya çalıştığım şeylerin bir kısmı bunların içinde vardır. Yüksek değerlerdir bunlar. “Bunlar da neymiş a canım?” dediğiniz yerde battınız. Bunlara sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. Bence Asr-ı Saadetin özü budur. İslâma sahip çıkmak, İslâmı yaşamak. “İslâmı yaşamak nedir?” dediğiniz zaman, bir kısmı bu; hepsi değil tabiî. Daha çok söylenecek şeyler var. Zaten benim bilgim de bunu tümüyle anlatmaya kâfi değildir. Ben çok az şey biliyorum bu konularda. Bunlar çok derin konular. Ama bu kadarını biliyorum. Bunlara çok önem veriyorum. Ehli, erbabı bunları çok daha iyi ortaya koyabilir, ama devlet meselesine yaklaştığı yerde benim söylediklerim doğrudur.

Son olarak, sanıyorum, Asr-ı Saadetin cumhurî karakterini yine en güzel şekilde Bediüzzaman Hazretleri ifade etmiş: “Hulefâ-yı Râşidîn [Dört Halife] her biri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşereye [hayatta iken cennetle müjdelenen on sahabîye] ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”

KÂZIM GÜLEÇYÜZ/ ir­ti­bat@ye­ni­as­ya.com.tr

Haber Merkezi

Okunma Sayısı: 3601
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı