"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman ve demokrasi

Kâzım GÜLEÇYÜZ
12 Şubat 2019, Salı
Saltanat, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi.

Said Nursî, siyasî tarihimizin bu dört devresini de yaşamış ve her birinde, Kur’anî prensiplere dayalı tavizsiz duruşunu korumuş bir âlim, müfessir, mütefekkir ve aksiyon adamı.

Fikirlerinin gücünden ve sağlamlığından o kadar emin ki, “Asr-ı Saadet mahkemesine de celb olunsam, üç yüz sene sonra kurulacak bir âkil adamlar mahkemesinde de yargılansam, şimdi neşrettiğim hakikatleri aynen ibraz edip savunurum” diyor.

Zira o fikirleri dayandırdığı ölçü ve prensiplerin kaynağı, zaman ihtiyarladıkça mesajları gençleşen ve tazelenen hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerimdeki şablonlar.

Bediüzzaman’ın çağdaşlarından farkı, bu prensipleri donuk ve hayattan kopuk bir anlayışla değil, öze sımsıkı bağlı, ama  çok dinamik bir yaklaşımla yorumlaması.

Klasik ve gelenekçi ulemanın çoğunun karşı çıktığı meşrutiyeti onun şer’î delillerle savunması, istibdadı reddedip hürriyetin önem ve değerini vurgulaması, girilen yeni çağda tek adam ve tek görüşe dayalı yapılarla yola devam etmenin imkânsızlığına dikkat çekerken herşeyin meşveret ve şûrâ ile yürüyeceği Meclis sistemine geçişin kaçınılmazlığını nazara vermesi.

Evet, Said Nursî yeni çağda tek şahsın yerini şahs-ı manevînin; tek görüşün yerini istişare, ortak akıl ve kamuoyunun; kuvvetin yerini hak, bilgi ve kanunun alacağını öngörüp bir asır öncesinden itibaren dile getirerek duruşunu bu temele oturtmuş.

İçtimaî tesbitlerini, temellerinde herhangi bir zedelenmeye meydan vermeden, yeni ihtiyaçlara göre güncellemekten geri durmamış. Bunun en ilginç örneklerinden biri, şeriat namına alkışlayıp sahip çıktığını söylediği meşrutiyet için yaptığı tariflerin, demokratikleşme sürecimizin sonraki aşamaları olan cumhuriyet ve demokrasi için de geçerli olduğu mesajını verecek şekilde, “cumhuriyet ve demokrat manasındaki meşrutiyet” ifadesini kullanması.

Ama bunu yaparken, isme ve görüntüye değil, öze ve içeriğe bakmış. Bu tavrını, “İstibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille vuracağım” ve “İstibdad-ı mutlaka cumhuriyet namı verilmiş” gibi son derece çarpıcı ifadelerle dile getirmiş.

Okunma Sayısı: 3459
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali

    12.2.2019 18:32:52

    Üstad bu gibi üslupla hatta daha dinamik vurucu basit üslupla anlatılmalı.

  • Gündüz Alp-3

    12.2.2019 12:19:18

    Özetle; devlet hayatına hakim kılınan sistemin siyasal, sosyal ve ekonomik hayatla yakın ilgisi ve ilişkisi vardır. Hürriyetçi demokrasi ve hukukun üstünlüğünü esas alan ülkeler hem sosyal hem ekonomik hayatta daha güçlü, saygın ve gelişmiş ülkelerdir. İşte AB, Japonya vb ülkeler işte Orta Doğu, Latin Amerika ülkeleri. İkincilerin yeterli kaynakları var ama toplumsal barış ve huzur, toplumsal refah ve mutluluk var mı? Yok. Çünkü sistem buna imkan tanımıyor. Mesela Venezuela, dünyanın bir numaralı petrol üreticisi ama kriz ve kaostan başını kaldıramıyor. "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın" felsefesi, demokrasi ve hukukun uygulamadaki esasıdır. İnsanı, onun hayatı ve hakkını merkeze almayan yönetim tarzları ve anlayışları sorun çözmekte başarılı olamazlar. Yaşadığımız yüzyıl neler söylüyor ve neler istiyor, bizler ne yapıyoruz. İşimiz zordan zordur.

  • Gündüz Alp-2

    12.2.2019 12:05:31

    Ülkede hürriyetçi demokrasi ve hukuk sistemi yerine hakim kılınan yeni sistem, sorunları da beraberinde getirdi. 16 Nisan halk oylamasında, bu sistemle her konuda adeta uçuşa geçeceğimiz söylenmişti değil mi? Mesela, "Güçlü Meclis" argümanı bunlardan birisiydi. Ancak şimdi 600 vekilli meclisi, arada bir torba yasalar dolayısıyla görebiliyoruz. İsim ve görüntü değişti ama kastedilen anlam değişmedi. Siyasal, ekonomik ve sosyal sorunların tek elden çözümü kolaylaşacak, dendi ama daha da karmaşık hale geldiğini görüyoruz. Gerek toplumsal hayatın gerekse ekonomik hayatın genel geçer kuralları vardır. Bu kurallara yerli-yersiz müdahalede bulunursanız, dengeler bozulur ve sorunlar ortaya çıkar. Ekonomiyi belirleyen temel ölçü: Arz ve taleptir. Arzınız talebi karşılamadığı ve dışa bağımlı kaldığınız sürece, piyasaya yapacağınız her müdahale bir başka ekonomik sorun olarak karşınıza çıkar. Şu anda yaşanan da budur.

  • Gündüz Alp

    12.2.2019 11:51:34

    Sayın Güleçyüz, maalesef dünkülerin kulak tıkadıkları bu ikazlara bugünkülerin kulak verdikleri söylenemez. Devlet hayatında bir kısır döngü oluşmuş durumda.İbrahim Özdabak Bey her zamanki gibi o harika çizgileriyle ahvalimizi çok güzel tablo halinde bize sunmuş. Eline ve yüreğine sağlık. Bizi aleme rezil eden, 70'li yıllardan miras kalan kuyruklu Türkiye manzaraları. Demokratik,hukuk sosyal, laik devletten sonraki son aşama manav devlet mi olmalıydı? Çare bu değildir. Çare, en başta üretimdir. Sonra yatırım, istidam, ihracat gelir.Toplumsal refah ve mutluluğu arttırmadan, devletin manav reyonları kurarak 3-5 kalem malı satması, uzun vadede ülkenin ekonomik sorunlarına çare bulması mümkün değildir. İklim ve coğrafyası elverişli iken, tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeten bir ülke haline gelmeden yani yeterince üretmeden tükettiğimiz ve bunu da dışarıdan dövizle ithal ettiğimiz sürece "ucuz gıda" hayali kurmayalım lütfen.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı