Geçen yüzyılın başlarında yaptığı medeniyet tahlillerinde, “heves ve heva, rekabet ve tahakküm” üzerine bina edilen Avrupa medeniyetinin günahlarının iyiliklerine galebe ettiğini ve ihtilâlci komitelerle “kurtlaşmış bir ağaç” hükmüne girdiğini belirten Bediüzzaman, “İnşaallah istikbaldeki İslamiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini (güzellikleri) galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi (dünya barışını) temin edecek” diyordu.
Bu noktaya barışçı bir arınma süreci ile ulaşılabileceğini vurgulayarak, “doğru İslamiyet”in bu noktadaki olumlu katkılarına dikkat çekiyordu.
Ona göre, düşmanın taassup, inat ve tecavüzünün silah ve kılıçla kırılıp def edildiği dönemler geride kalmıştı. Silah ve kılıcın yerini yeni çağda hakikî medeniyet, maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılıçları alacaktı. Bu çerçevede İslâm âlemini hedef alan düşmanların dışarıda değil, içeride aranması gerektiğini ifade eden Said Nursî, “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz” diyerek, Müslümanları perişan eden cehalet, fakirlik ve ihtilâflara karşı topyekûn bir mücadele çağrısında bulunuyordu.
Kaldı ki, medeniyet, fazilet ve hürriyetin galebe çalacağı bir dünyada böylesi dış tehditlerin de ortadan kalkacağını ve sulh-u umumî dairesinde kurulacak hakikî medeniyetin tesisinde, Müslüman-Hıristiyan ittifakının büyük rolü olacağını belirtiyordu.
Onun için de, yeryüzünü küçük bir köy haline getireceğini çok önceden görüp dikkat çektiği globalleşme çağına girilirken, Müslümanları kimliklerinden taviz vermeden bu çağın gereklerini karşılayabilecek donanıma sahip kılmaya yönelik çok güçlü izah, irşad ve ikazlarda bulunmuştu.
Aklın fen, vicdanın din ilimleriyle aydınlanacağına işaret edip, bilime din adına sahip çıkmış, bu çağda i’lâ-yı kelimetullahın maddeten terakkî ile olacağını belirterek Müslümanları kalkınmaya teşvik etmişti.
Keza, insanlığın kaydettiği sosyal gelişmeleri dikkatle izlemiş, gidişatın varacağı yeri büyük bir isabetle öngörmüş, bunun sonucu olarak demokrasi, hak ve hürriyet kavramlarını samimiyetle sahiplenmişti.