"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Çağ ve Bediüzzaman

Kâzım GÜLEÇYÜZ
17 Ocak 2019, Perşembe
Geçen yüzyılın başlarında yaptığı medeniyet tahlillerinde, “heves ve heva, rekabet ve tahakküm” üzerine bina edilen Avrupa medeniyetinin günahlarının iyiliklerine galebe ettiğini ve ihtilâlci komitelerle “kurtlaşmış bir ağaç” hükmüne girdiğini belirten Bediüzzaman, “İnşaallah istikbaldeki İslamiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini (güzellikleri) galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi (dünya barışını) temin edecek” diyordu.

Bu noktaya barışçı bir arınma süreci ile ulaşılabileceğini vurgulayarak, “doğru İslamiyet”in bu noktadaki olumlu katkılarına dikkat çekiyordu.

Ona göre, düşmanın taassup, inat ve tecavüzünün silah ve kılıçla kırılıp def edildiği dönemler geride kalmıştı. Silah ve kılıcın yerini yeni çağda hakikî medeniyet, maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılıçları alacaktı. Bu çerçevede İslâm âlemini hedef alan düşmanların dışarıda değil, içeride aranması gerektiğini ifade eden Said Nursî, “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz” diyerek, Müslümanları perişan eden cehalet, fakirlik ve ihtilâflara karşı topyekûn bir mücadele çağrısında bulunuyordu. 

Kaldı ki, medeniyet, fazilet ve hürriyetin galebe çalacağı bir dünyada böylesi dış tehditlerin de ortadan kalkacağını ve sulh-u umumî dairesinde kurulacak hakikî medeniyetin tesisinde, Müslüman-Hıristiyan ittifakının büyük rolü olacağını belirtiyordu.

Onun için de, yeryüzünü küçük bir köy haline getireceğini çok önceden görüp dikkat çektiği globalleşme çağına girilirken, Müslümanları kimliklerinden taviz vermeden bu çağın gereklerini karşılayabilecek donanıma sahip kılmaya yönelik çok güçlü izah, irşad ve ikazlarda bulunmuştu.

Aklın fen, vicdanın din ilimleriyle aydınlanacağına işaret edip, bilime din adına sahip çıkmış, bu çağda i’lâ-yı kelimetullahın maddeten terakkî ile olacağını belirterek Müslümanları kalkınmaya teşvik etmişti.

Keza, insanlığın kaydettiği sosyal gelişmeleri dikkatle izlemiş, gidişatın varacağı yeri büyük bir isabetle öngörmüş, bunun sonucu olarak demokrasi, hak ve hürriyet kavramlarını samimiyetle sahiplenmişti.

Okunma Sayısı: 3599
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp-3

    17.1.2019 12:35:27

    Bu dönemin bir özelliği de çok konuşup az iş yapmak ya da yapmadığı işi konuşmak olmalı. Çağın ruhunu okuyamayan veya Büyük Sözü dinlemeyenlerin düştüğü/düşeceği bir tuzak da budur. Makyavelist politikaları takiben aldatarak iş görmek siyasal piyasada revaç bulunca yalanlara dümen kırıldı. Söylemlerimiz bile absürt hale geldi. Mesela, "seçim siyasi faaliyet değildir" atasözü(!). "Bağ bozumu şenlikleri" mi deseydik? Yine mesela, tıpkı bundan bir kaç sene önce bir teolog "Yolsuzluk hırsızlık değildir" demişti. (Basın,2014) Kelime ve kavramların da içini boşaltarak kendimize benzettik. Hem mesela toplumun ruh sağlığını tehdit eden eylem ve söylemlerine devam eden siyasiler öte yandan -dalga geçer gibi- Ruh Sağılığı Yasası çıkaralım diyor. Yasadan çok önce onu tehdit eden söylem ve eylemlerin bırakılması gerekmez mi? Toplumsal çürümeyi netice verecek, bugünü ve yarınımızı tehdit eden şu hallerin acilen olumlu yönde değişmesi gerekmektedir. Çağımız ne diyor, ne istiyor biz neler yapıyoruz?

  • Gündüz Alp-2

    17.1.2019 12:16:18

    Dün sayın Faruk Çakır'ın "Adalete olan güven nasıl artar?" başlıklı yazısında Kamu Başdenetçisinin tespit ve çağrılarından bahsetmişti. Sayın Kamu Başdenetçisine iki konuda hem katılmıyorum. Birincisi, "vatandaş yeterince haklarını bilmiyor." İkincisi "Hakların kullanılması konusunda vatandaşlarda zaafiyet var." Bağışlayın fakat herhalde ya biz ya Başdenetçi bu ülkede yaşamıyoruz. Bir TV sunucusu hakların aranması konusunda sokağa çıkmaktan korkuyoruz mealinde bir söz sarf etti diye hedef tahtasına konuldu. Hangi zaafiyetten bahsediliyor? Ülkede bir vatandaş göğsünü gere gere "Ankara'da hakimler var" diyebiliyor mu? Cevabınız hayır ise "zaafiyetten" daha çok korkudan bahsetmek gerekir. Vatandaş elbette -yeterince değilse de- haklarını biliyor. Peki hak ve hukukunu koruyacak adalete güveniyor mu? Adalete güvenin yüzde 30'a indiği bir ortamda vatandaş hakkını bilse ne fark eder? Hem acaba zaafiyet göstermesi hakkını bilmemekten mi kaynaklanıyor?

  • Gündüz Alp

    17.1.2019 11:59:44

    Ne var ki, dün Bediüzzaman'ı anlamak istemeyenler, bugün yaşanan Türkiye gerçeğine sebebiyet vermişlerdir. Bugünküler ise anlamış gibi görünüyorlar lakin uygulamaya gelince tıpkı dünküler gibi hareket ediyorlar. Peki fark nedir? Bir reklam vardı hatırlarsınız:"Yok aslında farkımız ama biz....." Her iki ideolojinin de hürriyetçi demokrasi ve hukukun üstünlüğüne bakışı sorunlu. Hür ve demokrat dünyanın zorlamasıyla tek patili sistemden demokrasiye geçebilen Türkiye yetmiş yıl sonra tekrar demokrasi ve hukuktan tekçi sisteme yöneldi. Bu nasıl çağ okumaktır? Dünya barışının gerçekleşmesinde Hıristiyan-Müslüman ittifakı başrolü oynayacaksa, Müslümanların hangi donanıma sahip olmaları gerekir? Üç düşman ile kuşatılmış, yakasını bu üç düşmana kaptırmış, demokrasi ve hukuku devlet hayatında hakim kılamamış, otoriter rejimleri başından savamamış, kendi maddi-manevi gücünden bihaber kitlelerin barışa yapacağı katkı ne kadar olabilir?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı