19. yüzyıl sonunda İngiliz Parlamentosuna hitap eden Müstemlekeler Bakanı elindeki Kur’an’ı göstererek, “Bu kitap Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız; ya Kur’an’ı ellerinden almalıyız, ya da Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız” demişti.
Aşağı yukarı çeyrek asır sonra bu planın Türkiye’de tatbikine başlandı. “Mekteplerdeki yeni öğretim usûlleriyle gençler Kur’an’dan uzaklaştırılacak” hedefine göre hazırlanan eğitim politikaları ve müfredatı uygulamaya konuldu. Din eğitimi veren kurumlar kapatıldı. Yeni okullar din derslerinden “arındırıldı.” Dinî neşriyat yasaklandı. Ezan Türkçeye çevrildi. Namazı da Türkçeleştirmenin denemeleri yapıldı. Halkın itibar ettiği din büyükleri ağır baskılara maruz kaldı; bazıları idam edilirken, bazıları hapis ve sürgünlerden başını alamadı.
Böylesine boğucu bir atmosferde iyice bunalan millet, çareyi içe kapanarak “pasif mukavemet” uygulamakta buldu. Resmen yasaklanan din ve Kur’ân eğitimini gizlice evinde yaptı. Ecdadından devraldığı değerleri çocuklarına bu yolla aktardı.
Bu ortamda en fazla dikkat çeken gelişme, doğudan batıya sürülen Bediüzzaman’ın etrafında şekillendi. Onun birbiri ardı sıra yazdığı eserlere halk sahip çıktı. Risaleler elle çoğaltılarak Türkiye’ye yayıldı.
Bu ihlâslı hizmetler nesilleri Kur’an’dan uzaklaştırma hesaplarını bozarken, bu yöndeki yoğun çabaların sebebiyet verdiği ağır tahribatı da büyük ölçüde tamir etti.
Zamanla, hayatın diğer alanlarında da tesirini göstermeye başladı. Öyle ki, 30’lu -40’lı yıllarda ülkenin üzerine çöken koyu istibdat karanlığının “46 şafağı” ile aşılmaya başlanması dahi bu manevî hizmetlerle doğrudan irtibatlıydı. Çünkü insana Allah’tan başkasına kul olmama şuurunu kazandıran iman hizmeti, hürriyetin de sağlam ve sarsılmaz temelini inşa ediyordu.
Sonuçta Türkiye, din eğitimi üzerindeki yasakların kaldırıldığı, dinî neşriyatın önünün açıldığı, ezanın özgürlüğüne kavuştuğu demokrasi ve hürriyet dönemine kavuştu. Ama “nazenin hürriyet”e kavuşmak yetmiyordu, onu sürekli kılıp geliştirerek korumak da gerekiyordu. Bunun parametrelerini ise yine Bediüzzaman göstermişti.