Bediüzzaman Osmanlıdaki istibdat döneminde padişahın halktan kopukluğunu ve bunun sonuçlarını örnekleriyle anlattıktan sonra, halkla bütünleşmiş hürriyetçi bir hükümetin iş başında olması halinde durumun nasıl değişeceğini de çok ilginç misallerle izah ediyor.
“Farz ediniz, ben bir hekimim. Şu çadır dahi eczahanedir, içindeyim” diye başlıyor. Ardından, mahaldeki bütün köylerde veya evlerde mevcut çeşit çeşit hastalıkları teşhis ederek reçetesini yazan “seçilmiş” bir adamın, yanına gelip reçetesini ibraz ederek uygun ilacı istediğini yazıyor:
Teşhislerden biri: Cehalet hastalığı ile başağrısı var. İlacı: Önce kendi lisanlarıyla, sonra resmî dille verilecek fen afyonu.
Bir başka önemli teşhis: Kalp hastalığı olan zaaf-ı diyanet. İlacı: Fenleri İslam kültürüyle yoğurup mezcederek hazırlanan macunun müderrisler eliyle tatbiki.
“Husumet hastalığı ve ihtilâl sıtması” olarak teşhis edilen hastalığın ilacı da: Milliyet fikrini uyandırıp ışıklandırarak ve takviye ilâç niteliğinde adalet ve muhabbeti o nurla mezcettirerek hazırlanan sulfato.
Tabiî, buradaki “milliyet” fikrini, kavimlerdeki “millet olma şuuru” olarak ve “Milliyetimiz bir vücuttur. Ruhu İslamiyet, aklı Kur’ân ve imandır” (Münazarat, Nur Seti, s. 62) tarifi çerçevesinde anlamak gerekir.
Yoksa, Şerif Mardin’in anlattığı, laikleşme ve yeni materyalizm süreciyle birlikte Türklük adı altında getirilen ve diğer etnik gruplarda da aksülamel tarzında karşı versiyonlarını tetikleyen “ırkçılığı” değil.
Hele “Kürt yok, Türk var. Kürtler bir Türk boyudur, dağ Türküdür. Zaten Kürt lâfı da karda yürürken çıkan kart-kurt sesinden türemiştir” diyen ve Kürtlerin yaşadığı bölgelerde dağları taşları “Ne mutlu Türküm diyene” sloganlarıyla dolduran, adaletsiz, sevgisiz, şefkatsiz Türkçü kafa yapısı ve onun Kürtçü, Arapçı versiyonları hiç değil.
İşin esasına dönersek: Bediüzzaman reçete-ilaç bahsini şu cümleyle tamamlıyor: “İşte böyle bir hekimdir ki, vatan hastahanesinde biçare etfali helâkten halâs eder (çaresiz çocukları yok olmaktan kurtarır).” (Münazarat, Nur Seti, 1999, s. 17)
Hep sözü edilen “ekonomik, sosyal, politik tedbirler”e de ruh ve can verecek vasıftaki bu fikirler hâlâ anlaşılmayı bekliyor.