"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hürriyet ve ahlâk

Kâzım GÜLEÇYÜZ
16 Şubat 2019, Cumartesi
Üstadın Beşinci Şuâ’da yaptığı izahlar, hürriyete hitabındaki uyarılar bağlamında da dikkat çekici:

“Serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine (kokuşmuş hevesler) bataklığında birbirine saldırmak için cebrî (zorlamalı) bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdattan başka zabt altına alınamaz.” (Şuâlar, s. 512)

Üstad hürriyete hitabında diyor ki:

“Bu inkılâp, doğurduğu hürriyeti eğer meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verse, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir (diriltecektir). Eğer veba-yı ağraz-ı şahsiyeye müsadif olsa (veba gibi yayılan şahsî garaz ve düşmanlık hastalığına yakalansa), istibdad-ı mutlaka dönecek, o çocuk (hürriyet) ölecek.”

Demek ki, bu çerçevede doğru tarifi yapılmamış, ahlâkî ölçülerle sınırları tayin edilmemiş bir hürriyetin, her hal ve şartta, soyut bir kavram olarak dahi uzun ömürlü olabilmesi mümkün değil.

Kayıtsız şartsız, hele nefsin arzu ve isteklerine teslimiyet anlamındaki bir “hürriyet” anlayışının getireceği sonuç ise, ürettiği anarşi ve kaosu kontrol altına almak bahanesiyle istibdada kendisini yine tahkim etme fırsatı vermesi oluyor.

İkinci Meşrûtiyetle farklı bir virajı alan demokratikleşme sürecinin, cumhuriyet ve çok partili demokrasi aşamalarında da bir türlü rayına oturamaması ve birbirini takip eden farklı istibdat versiyonlarıyla sürekli kesintiye uğraması bundan.

Onun için, 110 yıl önce “İsrafil’in surunun ölmüşleri dirilten sesi”ne benzettiği hürriyet ve adaletin milleti yeniden hayatlandırdığını belirten Üstadın, “Sakın, sefahet ve lâubaliliklerle tekrar öldürmeyiniz” ikazı bugün de önemini koruyor.

Yine o dönemdeki makalelerinde dile getirdiği “İntizam-ı idareye şiddet-i ihtiyacımızdan yüz derece veya daha ziyade tehzib-i ahlâka (ahlâkı güzelleştirmeye) muhtacız. Bu da iksir-i diyanetledir” tesbiti de (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 66) bunun çok veciz bir başka ifadesi.

Hürriyet için de önce ahlâk...

Okunma Sayısı: 2679
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp-3

    16.2.2019 15:16:41

    Müstağni davranmak her zaman insana kazandırmaz. Bediüzzaman bizlere, "Fani ve fena şahısların (bile) baki ve güzel sözler" söyleyebileceğini eserlerinde ders vermiştir. Üç devri (İmparatorluk, meşrutiyet ve cumhuriyet) yaşayarak görmüş, fevkalade zeka ve ilim sahibi bir zatın, haklı ve isabetli tespit ve tavsiyelerine karşı müstağni davranmak, burun kıvırmak akıl kârı mı? Dün öyle davrananlar ne kazandı? Bugün böyle davrananların kazancı dünden farklı mı olacak? İşte ahvalimiz ortada. Demokrat, hür ve medeni dünyanın hangi ligindeyiz? Her bakımdan güçlü, saygın, sözüne itibar edilir bir ülke olduğumuzu gür sesle söyleyebilir miyiz? Ülkelerin karnesi hükmündeki, Uluslararası Raporlarda başta demokrasi, hukuk, insan hakları, ekonomi, eğitim vb. olmak üzere hangi konularda ileri ve gelişmiş ülkelerle rekabet edebilecek düzeydeyiz? Evet kendimizi küçük görmüyoruz ama dev aynasında da görmeyelim. Baskıcı ve diktacı otoriter sistemlerin farklı versiyonları 'demokrasi ve hukuk' değildir.

  • Gündüz Alp-2

    16.2.2019 14:59:26

    Birinin ya da birkaçının olmadığı sistem, ya kör veya topal olacaktır. Mesela, adalet yoksa mülk/devlet temelden yoksun demektir. Hukukun üstünlüğü yoksa, güçlü olan hakka ve haklıya galebe çalacaktır. Hürriyet yoksa, halk bir şahsın yahut zümrenin esaretinde olacaktır. Meclis (şeklen var ama icraatta) yoksa, milletin temsilcileri değil "riyaset-i şahsiyye" karar verecektir. Demokrasi yoksa, halka hesap vermek, şeffaflık, muhalefet yapmak gibi şeyler gerçek anlamıyla bulunmayacaktır...hakeza. Onun için hürriyetçi demokrasi ve hukukun üstünlüğünü iyiden iyiye küstürüp devlet ve millet hayatından hepten çıkarmadan önce defalarca düşünelim. Akıl için yol birdir, derler. Bediüzzaman'ın bu konulardaki tespit ve tavsiyeleri yabana atılacak, kulak ardı edilecek şeyler değildir. Yeter ki, egomuz, ilmimiz, siyasetimiz, makam ve mevkimiz buna engel teşkil etmesin. Hiç değilse "acaba ne diyor?" merak saikiyle bir göz atalım. Eminim, o bile bizlere çok şeyler anlatacaktır.

  • Gündüz Alp

    16.2.2019 14:43:49

    Sayın Güleçyüz, Bediüzzaman'ın "ömr-ü ebedi ile tebşir" ettiği hürriyet; elbette bütün kayıtlardan âzâde bir hürriyet değildir. Güzel ahlâkın bütün unsurlarını içeren, insanın hem kendine hem gayrıya zarar vermediği bir hürriyettir. Böyle şahane bir hürriyeti kim istemez? Veya istemeyen olur mu? Olur. Baskıcı, otoriter ve diktacı sistemler hürriyet ve demokrasiye taraftar olmazlar ve istemezler. Zira demokrasi ve hürriyet ile diktacı sistemler taban tabana zıt olmakla, ikisinin bir arada bulunması mümkün değildir. Hürriyetçi demokrasi hakiki anlam ve uygulamalarıyla varsa dikta, gerçek anlam ve uygulamalarıyla dikta varsa demokrasi ve hürriyetten bahsetmek abes olur. Mesela, bazen, göz boyamak nevinden, baskıcı dikta rejimlerinde dışa karşı göstermelik Meclis var olabilir. Fakat o da işlevsizdir. Demek hürriyet, adalet, demokrasi, hukukun üstünlüğü, meclis...birbirini tamamlayan unsurlardır.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı