Sekizinci yılını doldurmasına üç aydan az bir zaman kalan Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı fitneler son dönemde ülkenin kuzeyindeki kriz bölgelerinde yoğunlaştı.
Özellikle İdlib ve Münbiç’te, daha doğrusu Doğu Fırat’ta.
Gelinen nokta çok bilinmeyenli ve içinden çıkılması imkânsız bir denklem gibi.
Ankara’nın bu karmaşık tablodaki konumu ve izlediği politikalar ise, içe yönelik iddialı propagandalarla çizilmeye çalışılan “parlak” tablo ile pek örtüşmüyor.
İdlib’de Rusya ve İran’la varılan mutabakat, bazı grupların direnişine takıldı ve bu durum ABD’nin ekmeğine yağ sürdü.
ABD’li diplomata “Astana sürecinin fişini çekme zamanı geldi” dedirten bir hal.
Münbiç mutabakatının aylar geçmesine rağmen bir türlü uygulanmadığı bir noktada Ankara’nın Doğu Fırat için seslendirdiği “Birkaç güne geliyoruz” mesajını takiben yaşanan gelişmeler de garip.
Önce topçu ateşiyle yapılan uyarılar, ardından bombardımanlar ve sınıra askerî yığınak sürerken Trump’la yapılan telefon görüşmesiyle işin seyrinin birden değişmesi. Ve “Artık öyle bir tehdit kalmadı” denilen IŞİD kalıntılarını tasfiye işinin bir çırpıda Türkiye’ye havale edilmesi suretiyle, “YPG’yi bitireceğiz” denilirken ibrenin IŞİD’le mücadeleye dönüvermesi.
Keza Ankara’nın çok iddialı söylemlerle gündeme getirdiği Doğu Fırat operasyonunu beklemeye aldığını açıklaması.
Neticede, ilk operasyon çıkışı yapıldığında ABD’nin verdiği tepkideki “koordinasyon içinde hareket,” yani “Bizden izin almadan adım atamazsın” mesajıyla çizilen çerçeveye hapsolunmuş olunması.
Daha ötesi, YPG’ye silah ve mühimmat desteğinin arttırılarak tahkim edilmesi.
Ve gelinen noktada çekilme işinde de ipe un serilmeye başlanması, çekilmenin başta ifade edilmemiş şartlara bağlanması ve tarihinin sürekli ileriye atılması.
Diğer taraftan, Rusya destekli rejim güçlerinin Münbiç kapısında verdiği mesaj.
“Eğer Türkiye gireceğim diyorsa girer, dış politikada destan yazıyoruz destan” söylemleriyle eşzamanlı olarak yaşanan gelişmeler, yoruma hacet bırakmayacak kadar açık. Görünen köy kılavuz istemez.