Türkiye’nin önemli ve öncelikli gündemlerinden biri normalleşme.
Ve şu günlerde bundan kast edilen, korona salgınına karşı alınan tedbirlerin ve getirilen kısıtlamaların gevşetilmesi, hayatın “normal”e dönmesi.
O tedbir ve kısıtlamaların yer yer hayatı neredeyse “durma” noktasına taşıdığını hep birlikte gördük ve yaşadık. Fabrikalar, işyerleri, dükkânlar, üniversiteler, okullar kapandı; sokak yasaklarıyla insanlar eve hapsoldu.
Milyonlarca insan ücretsiz izne çıkarıldı, kısa çalışma ödeneği almak durumuna düştü.
TÜİK’in bunları hiç hesaba katmadan Mart ayı için açıkladığı raporda “Düştü” denilen işsizlik oranlarının, bilhassa sonraki süreçte en az ikiye katlandığı, uzmanlarca belirtiliyor.
Elbette ki, gerçek tablo da ortaya çıkacak ve zaten epeydir derin bir krizde olan ekonominin ne durumda olduğu gözler önüne serilecek. Halkı borçlandırmaya dayalı kredi paketlerini “çare ve müjde” diye sunan anlayış da bu gerçekler ışığında sorgulanacak.
Görünen o ki, iktidarın çizmeye devam ettiği pembe tablolara rağmen, ekonominin bu anlayışla düze çıkabilmesi mümkün değil.
Diğer alanlardaki “normalleşme” adımlarının isabeti ve tutarlılığı da tartışılmaya devam ediyor. Sokağa çıkma yasakları veya sınav tarihleri için yapılan zikzaklı açıklamalar; kısıtlama ve gevşetme kararlarının kapsam ve zamanlamasındaki çelişkiler istifhamlara yol açıyor.
Bir taraftan “Tehlike geçti” mesajları verilirken, diğer taraftan “İkinci dalga gelebilir” uyarıları arasında, kısıtlamalardan iyice bunalmış ve ne yapacağını şaşırmış bir toplum.
Ve giderek artan bir güven bunalımı.
Böyle bir ortamda normalleşmenin nasıl sağlanabileceği, doğrusu merak konusu.
Buradan yola çıkarak devam ettiğimiz zaman, asıl normalleşme ihtiyacının her geçen gün daha da artan bir şiddetle hissedildiği diğer alanlara geçiş yapıyoruz. İster istemez.
Türkiye, öncesinde ön işaretleri verilen ve 15-20 Temmuz OHAL süreciyle ayyuka çıkıp tek adam rejimiyle pik yapan hukuk ve demokrasi krizinden çıkamadıkça gerçek anlamda bir normalleşmeyi gerçekleştiremez.
Normalleşebilmek için, fena halde bozulan demokratik dengelerin yeniden kurulması, adaletin işler hale gelmesi, hürriyet ortamının tesisi en önemli, öncelikli ve zorunlu şart.