Erdoğan’ın “millî irade” vurgusu üzerinden M. Kemal’e ısrarlı atıflar yapmaya devam ederken, 23 Nisan 1920 ile 29 Ekim 1923 arasında yaşanan değişimin bilhassa bu noktada yol açtığı eksen kaymasını geçiştirmesi derin bir çelişki oluşturuyor.
Dahası, cumhuriyetin ilanının Birinci Mecliste gerçekleştirilmiş gibi sunulması da tarihî gerçeğin çarpıtılmasından başka birşey değil. Zira cumhuriyet, daha doğrusu o ad altında tesis edilen tek parti rejimi, millî mücadeleyi zaferle sonuçlandırıp Gazi ünvanını hak eden Birinci Meclisteki çeşitlilik ve çok sesliliğin tasfiyelerle yok edildiği bir zeminde kuruldu.
İstiklal Savaşı devam ederken Meclise başkan ve orduya başkomutan tayin edilen M. Kemal’in, daha sonraki süreçte sergilediği tavırlarda “tek adam sultası”nın işaretlerini sezen ve bu yöndeki endişelerini dile getiren milletvekilleri tasfiye edilerek devre dışı bırakıldı. Ve Meclis, bilâhare “ebedî şef” olarak anılacak olan “tek adam”ın mutlak hakimiyetindeki Cumhuriyet Halk Fırkasına kaldı. Cumhuriyet de bir akşam Çankaya sofrasında seslendirilen “Yarın ilan edeceğiz” emrivakisi ve Said Nursî’nin “istibdad-ı mutlak” olarak nitelediği cumhursuz bir muhteva ile hayata geçirildi. Bu yapılırken, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözüyle de ifade edilen “millî irade” vurguları mütemadiyen tekrarlandı, ama sözü edilen millî iradenin temsilciliği misyonu tek parti üzerinden “tek adam”a izafe edildi. Böylece Türkiye, “millî irade” söylemleriyle milletin dışlandığı sıkıntılı bir sürece sokuldu. Gerçek bu iken Erdoğan’ın bunları örtbas ederek “millî irade” ve “yeni Türkiye” vurgularını M. Kemal ve Nutuk referanslarıyla sürdürmesi ve Davutoğlu’nun da bunlara destek veren beyanlarda bulunması, çok düşündürücü. Başbakan da 10 Kasım’da tıpkı Cumhurbaşkanı gibi, M. Kemal’in “yeni Türkiye”yi inşa ederken öne çıkardığı ilkelerden birinin “millî egemenlik” olduğunu söylemiş ve şöyle demiş: “O ilke, TBMM’nin açılmasıyla ortaya konduğu için, açık bir şekilde tanımlandığı için cumhuriyetin temelleri Ankara’da Birinci Meclisle oluşmuştur ve Birinci Meclisin kompozisyonu da tam da millî hakimiyeti yansıtacak şekilde milletin her kesimini temsil eden bir nitelikte dokunmuştur. Çok bilinçli bir tercihtir.”
Evet, bunda bir ihtilaf yok. Ama ya sonrası? 1923’te, hele “yeni Türkiye”ye referans gösterilen Nutuk’un okunduğu 1927’de Meclis milletin her kesimini temsil edebiliyor muydu?
* 70’li yılların başlarında Kütahyaspor’da futbol oynarken risalelerle tanışıp daha sonra ömrünü hizmete vakfeden Celal Tetiker de terhis belgesini almış. Allah rahmet eylesin. Mekânı Cennet olsun.
tweet: Zaten ömür ve sinir törpüsü olan trafiği, bir de 10 Kasım sabahı 9’u 5 geçe saygı duruşu gerekçesiyle kilitlemek mi akılcılık ve çağdaşlık?