Bediüzzaman’ın İslâm ortak paydasında Türk-Kürt kardeşliğine vurgu yapan kuvvetli ifadelerini, Türkleri ondan soğutma kast-ı mahsusuyla “Kürtlüğü”nün nazara verildiği Eskişehir Mahkemesindeki müdafaalarında da görmekteyiz:
“Ben herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve halis kardeşlerim Türklerden çıkmış. Ve İslamiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, mesleki Kur’aniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası (gereği) olduğundan, bana Kürt diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim (şahit gösterebilirim).” (Tarihçe-i Hayat, s. 356.)
Eserlerinin başka yerlerinde de buna benzer birçok ifadesi var Said Nursî’nin. Ve o zaman bahsettiği “bin Türk gençleri” bugün milyonlara erişmiş bulunuyor.
Onun içindir ki, bu derslerle yetişen Nur camiası, Türklerin de, Kürtlerin de, başka etnik menşelerden gelenlerin de son derece fıtrî bir şekilde ve iman kardeşliği potasında kaynaşıp kucaklaştıkları, birbirlerine, “Sen hangi etnik kökenden geliyorsun?” diye sormadıkları ve bunu merak dahi etmeyip sorma ihtiyacı duymadıkları örnek bir tablo oluşturuyor.
Mütemadiyen bölünme korkusuyla yatıp kalkanların bu tablodan almaları gereken çok önemli ders ve mesajlar var.
***
Bu noktada özel bir konumu olan Kürtlerin bilhassa dikkat etmesi gereken son derece önemli hususlardan birini ise, talebelerinden Muhsin Alev’in aktarımıyla Üstad Bediüzzaman şöyle ifade ediyor:
“Eğer Kürtler İslâm milliyetini esas alarak hareket ederlerse, bölücü bir unsur olmak yerine, ittihad-ı İslâma (İslam birliğine) sebep olacaklardır...” (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, cilt: 1, s. 220.)
(“Teröre Said Nursî Çözümü’nden)