Ahlâk ve ibadette ciddî eksik, kusur ve zaafların olduğu yerde şeriattan söz etmek mümkün mü?
Ahlâkî zaaflarını aşamamış veya ibadet hayatlarını Yaratıcıyla kurdukları güçlü iman irtibatıyla sürekli gelişip derinleşen ihlâslı ve disiplinli bir istikamet zeminine oturtamamış insanların şeriat düzeninden söz etmelerinin bir tutarlılığı olabilir mi?
İşte vaktiyle “şeriat nizamı”ndan dem vururken kendileri gibi düşünmeyen herkesi kâfir, müşrik, zındık ilân edip, zaman içinde her türlü ahlâkî değer ve ölçüyü hiçe sayan acımasız ve çıkarcı bir iktidar mücadelesinin fanatik takipçileri haline gelen bazı radikallerin veya “namazsız mücahitler”in sürüklendikleri inanılmaz yozlaşma ve dejenerasyon, bu temel ölçüyü gözardı eden müfrit tavrın getirdiği müthiş savrulmayı gözler önüne seriyor.
Onun için, önce hayatın yüzde doksan dokuzluk alanını kapsayan iman, ahlâk ve ibadete ilişkin şer’î hükümlerin hakkı verilmeli ki, yüzde bir ona göre tanzim edilsin.
Bu yüzde doksan dokuz kapsamında, insanın gerek Yaratıcıyla, gerekse yaratılmışlarla ilişkilerinde şeriatın koyduğu iman ve ahlâk prensipleri; haram-helâl ölçüleri; namazı, orucu, zekâtı ve haccıyla ibadet görevleri, mana ve ruhuna uygun olarak toplumun ekseriyetince içtenlikle ve bihakkın yaşanır hale gelmeli ki, bunların devlet ve siyasete ilişkin yüzde bire taallûk eden yansımaları, herhangi bir zorlama veya yadırgamaya meydan vermeden, fıtrî bir süreçte kendisini göstersin.
Aslında bunların devletteki tezahürleri de, fert ve toplum hayatında Hàlık’ın ve halkın hukukunu kılı kırk yaran bir titizlik ve hassasiyetle gözetmeyi esas alan hak, hukuk, adalet, hakkaniyet eksenli bir yaklaşımın yansımaları olarak görülmeli.
Dolayısıyla, şeriat hukuku maksatlı çarpıtmaların tam tersine, bütün insanlığın ortak ideal ve özlemi olan hukuk devleti kavramını, böyle bir bağlamda çok daha sağlam ve güçlü temellere bina ediyor.
Üstad Bediüzzaman’ın “Şeriat âleme gelmiş; tâ istibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin” sözü bunu ifade ediyor.
Ve güya “din ve şeriat adına” baskı ve istibdat rejimleri kuranlar, bu yaptıkları ile en büyük zararı İslâma vermiş oluyorlar.