Din-siyaset ilişkisini rayına oturtmak için aranan formül, Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu ve “Siyaset dinin hizmetinde olmalı, din siyasetin değil” şeklinde özetlenebilecek prensip olsa gerek.
Bunun hayata geçirilmesi ise, dini bütün siyasî tarafgirlik ve karşıtlıkların üzerinde tutan bir anlayışla mümkün.
Burada özellikle dinî hassasiyetler adına ortaya konulacak tavırlar, hayatî öneme sahip. Meselâ, siyasî tartışmalara dinî motif ve söylemlerle müdahil olunması, hele siyaseten karşı olunan görüş sahiplerine “dinsiz, münafık” gibi sıfatların kolayca yakıştırılabilmesi, çok yanlış.
Bediüzzaman’ın bu çok kritik ve hassas konuda da kesinlikle gözardı edilmeyip dikkate alınması gereken son derece önemli ölçüler verdiğini görüyoruz.
Meselâ Sünuhat’ta diyor ki: “Dine imale etmek (meylettirmek) ve iltizama (dini gerekli görüp sahip çıkmaya) teşvik etmek ve vazife-i diniyelerini ihtar etmekle dine hizmet olur. Yoksa ‘dinsizsiniz’ dese, onları tecavüze sevk etmektir. Din, dahilde menfî tarzda istimal edilmez.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 498)
Yine Said Nursî’ye göre, mü’min bir kişiden “kâfir bir sıfat” sâdır olabilir, ama bu, o kişinin —hele imanına delâlet eden başka sıfatlar taşıyorsa—küfrüne hükmetme gerekçesi olamaz. Onun için, “Tekfire çabuk cür’et edenler düşünsünler!” (age, s. 472) ikazında bulunan Üstad, aynı konudaki vurgulu Nebevî irşad ve uyarılara da dikkatimizi çekiyor.
Kaldı ki, kişilerin imanı veya küfrü hakkında karar verecek mercî, İlâhî adalet terazisinin sahibi olan Zat-ı Akdesten başkası değil, olamaz. Kul, aynı kulluk statüsünü paylaştığı başkalarını inançlarıyla ilgili olarak yargılama ve mahkûm etme hak ve yetkisini nereden alıyor?
Bu noktada, “Eskiden beri işitiyoruz ki, bazı Jön Türkler masondurlar, dine zarar ediyorlar” sualine Üstadın verdiği cevap dikkat çekici. Evvelâ, “İstibdat kendini ibka etmek (devam ettirmek) için şu telkinatı vermiştir” diyerek, hürriyetçileri milletin gözünden düşürme taktiklerinden birinin bu tür ithamlar olduğunu söylüyor. Sonra “Bazı lâubalilik dahi bu vehme kuvvet veriyor” diyor (age, s. 355)