Modern zamanların en büyük hastalıklarından biri de “sorun” ve “gençlik” kavramlarını yan yana getirmesi hatta özdeşleştirmesidir.
Oysa bizim kadim kültürümüzde genç demek topluma ivme kazandıran dinamik bir güç demektir. Batı kültüründe genç deyince akla “sorun” bizim medeniyetimizde ise “soru” gelir. Aradaki fark tek bir harften kaynaklanıyormuş gibi görünse de aslında uçurum doğu ve batı arasındaki fark kadardır.
Peygamberimizin etrafındaki gençlere baktığımızda, en başta Kureyş içinde, modern zamanlarda ‘sorun’la algılamaya neredeyse şartlandırılmış olduğumuz gençlerin ‘soru’ları ile nasıl yaşlılara, büyüklere, kavmin önde gelenlerine hakkı kabul ve tasdik bakımından fark attıklarını ve rehberlik ettiklerine şahit oluyoruz. Mesela on yaşındaki Hz. Ali’nin (r.a.), babası ve amcaları kendi içlerinde “hele dur” muhasebesi yaparken, hepsinden önce, hakkı kabul ve teslim ettiği için Resûlullah’ın nezdinde hepsinin velîsi olabildiğine şahit oluyoruz. Hz. Sa’d, Hz. Saîd, Hz. Talha, Hz. Osman, Hz. Mus’ab, Hz. Abdurrahman... derken Resûl-i Ekrem’den (asm) iki yaş küçük Ebubekir (r.a.) dışında ilk Müslümanların neredeyse tamamı ya onlu, yahut en fazla yirmili yaşlarla olan sahabelerdi.
Peygamber (asm) Medine’ye hicret ettiğinde de, etrafında bir gençler kümesi bulacaktı. Hz. Enes, Hz. Zeyd, Hz. Muaz, Hz. Câbir, hele ki Hz. Abdullah derken, Peygamberin gözü önünde, dizi dibinde hakikat dersi alan, hepsi Peygamber övgüsüne mazhar isimler görecekti gözlerimiz.
Hz. Ömer’in gençliğe bakış açısına ne söylemek istediğimi özetler mahiyette: Hz. Ömer bir gün sahabe ile otururken onlara tek tek sorar: “Allah’tan bir dileğinizin kabul olacağını bilseydiniz ne dilerdiniz?” Kimi sahabe mal ister infak etmek için, kimi şehadeti ve kimisi… herkes fikrini beyan ettikten sonra, oturanlardan biri Hz. Ömer’e sorar: “Ya Ömer sen ne isterdin?” Hz. Ömer (ra); “Bu oda dolusu Muaz bin Cebelim olsaydı da davet yolunu açsaydım” der. (Muaz bin Cebel genç yaştadır; öldüğünde yaşı 35’dir ve Yemen, onun tebliği ile Müslüman olmuştur.)
İşte bu ve benzer nedenlerden dolayı günümüzde gençlerle ilgili yaşadığımız sorunların gençliğe bakış açımızın yanlışlığından kaynaklandığını düşünüyorum. Söylemek istediğim tam da Hz. Ali’nin (ra) buyurduğu gibi, “Gençliği anlamaz hale gelmişseniz, dünyada işiniz bitmiştir.”
Güzel bir söz vardır: “Bir toplumun geleceğini yok etmenin en kestirme yolu, gençliği dejenere etmektir” diye. Bu nedenle gençliğin eğitimi büyük önem taşımaktadır. Ancak bu eğitim sanıldığı kadar kolay değildir ama elzemdir. İbni Sina eğitimi taş üzerine nakış yapmaya benzetir. İmam Gazali ise yabani ısırgan otlarını ayıklayan bir bahçıvanın faaliyetlerine. Hz. Ali’nin (ra) “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin” tavsiyesi, gençlerin eğitiminde nelere dikkat edilmeli sorusunun temel cevabı niteliğindedir.
Unutmayalım bugünü dünün çocuklarının nasıl yetiştirildiği belirledi. Yarınları da bugünkü çocukların nasıl yetiştirileceği belirleyecek. Ve son söz, söz ustası Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı şiirinin nakaratlarından:
“Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.