“Bir gün soluğum kesildi, nabzım durdu
Bildim ki ihanet yüreğimden vurdu.
Ey mutlu Emir, ey ulu Fatih,
Beni sen dillendirdin; torunların susturdu.”
-A. Nihat Asya-
Arif Nihat Asya mısralarında her şeyi veciz güzel bir şekilde dile getirmiş. Ne yazık ki bizden önceki kahraman dedelerimizin unutturmadıkları Ayasofya Dâvâsı şu günlerde unutulmuş durumda. Bizim Ayasofya’yı açacak bir basirete, derin tefekkürlere ihtiyacımız var. Ve işte Ayasofya bir Cuma daha kapılarını cemaate değil de, turistlere açıyor. Yüzlerce yıllık hedef ufkumuz, şu necip milletin 581 yıllık mabedi müze olarak görülüyor.
Ne acı...
Ne demişti Hz. Peygamber (asm):
“Kostantiniyye (İstanbul) elbet fethedilecektir. Onu fetheden komutan, ne güzel komutan; onu fetheden ordu, ne güzel ordudur.”1
Bu milletin Anadolu topraklarına girişi ile başlayan hikâyesi, Fatih’in Ayasofya’ya girmesi ile kemale ermiştir. Ayasofya bugün bu yüzden bu kadar önemli. İstanbul’un sembolü olan Ayasofya’ya da fethin nihayete ermesi için sahip çıkılmalı.
Ne diyor Âkif:
“Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”
Fatih Sultan Mehmed Han Ayasofya’yı cami yaparak Roma’ya şu mesajı vermiştir:
“İstanbul’u alarak bedeninizin bir parçasını, Ayasofya’da namaz kılarak da kalbinizin bir parçasını aldım.”
Ya Üstadımız Ayasofya için ne diyor, “Bu kahraman milletin şeref vesilesi..”
“Kur’ân ve cihad hizmetinin Fatih Sultan Mehmed Han’dan kalan pırlanta bir yadigârı..”
“..Sonra gider, Ayasofya gibi gayet muazzam bir camiye, Cuma gününde dahil olur.”2
Tabi bu muazzamlık muhtemelen caminin ism-i azam hakikatine dayanmasından kaynaklanıyor.
“Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılıçlarının pek büyük ve antika bir yâdigârı olan Ayasofya Camii’ni puthaneye ve Meşîhat Dairesini kızların lisesine çeviren..”3 diyor.
Siyaseti terk ettiği halde Ayasofya Camii’nin ibadete açılması için Adnan Menderes’e, Namık Gedik’e, hatta halk partililere müracaat etmişti.
Evet ezanın aslına döndürülmesi ne kadar mühimse, Ayasofya’nın ibadete açılması o kadar önemlidir.
“Nasılki ezan-ı Muhammediyenin (asm) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de, Ayasofya’yı beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyetine çevirmektir.”4
Üstadımız “Ayasofya’yı 500 senelik kudsî haline çevirin,” diyerek defaatle niçin tekrarlıyor?
Elbette ki ehemmiyetine binaen. En azından bizler de bilhassa ‘idrakli gençler’ olarak Fatih’in emanetine ve Üstadımızın isteğine sahip çıkmalıyız. Çünkü sadâkat bunu istiyor. Günde beş vakit duâlarımıza dahil edip, gündemimizden çıkarmamamız gerekiyor. Sahip çıkmayanların akibetleri ortada. İbadete açtırmayanlara inat, insanlarda bilinç uyandırmalız. Meselâ, bir takım genç kardeşlerle başlatılan ve hâlâ devam eden Ayasofya Derslerimiz var. Haftanın belli bir günü sabahın erken saatlerinde gidip duâ niyetinde, asrımızın Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nurları okuyoruz okutturuyoruz. Manen huzur buluyoruz. Bizdeki (inşaallah) ihlâs, uhuvvet, muhabbet, tesanüdü birleştirerek şahs-ı maneviyi konuşturuyoruz diyebiliriz. O ruhu uyandırıp manevî güçle zırhlanıyoruz adeta. Ve İnşaallah bu hoş sohbetlerimiz o zincirleri de kıracak.
Hem biliyoruz ki, güzel kelâmlardan, maddî ve manevî unsurlardan melekler, ruhaniler yaratılıyor:
“Madde-i nurdan, hattâ zulmetten, hattâ esir maddesinden, hattâ mânâlardan, hattâ havadan, hattâ kelimelerden zîhayat, zîşuuru kesretle halk eder...”5
Yani Allah, nasıl sudan, canlıları yaratıyorsa, lâtif ve nuranî olan mânâlardan da şuur ve hayat sahibi varlıkları yaratabilir ve yaratmıştır. İşte bizler de karınca misali yalnızca Allah’ı vekil kılıp, “kuvvet haktadır” diyoruz. Üzerimize düşen hisseyi vazifeyi yapmak üzere...
İstikbalde dâvâlarını unuttular, demesinler ve Üstadın tabiriyle “Tuh o asrın gayretsiz adamlarına” denildiği zaman yüzümüze tükürükleri gelmemesi için emanetlere sarılıyoruz. Allah için nefislerimizden, uykularımızdan hatta duâlarımızdan dahi vereceğiz. Sevdiğimiz şeylerden vermedikçe iyiliğe erişemeyiz.
Ya da Fatih Sultan Mehmed’in vasiyetnamesindeki şu bedduâyı hatırlamak acaba bizi bir uyanış ve silkenişe kavuşturabilir mi?:
“Benim bu camimi, camilikten çıkaranlar, ALLAH’ın (cc), meleklerin ve bütün Müslümanların lânetine uğrasınlar!.. Onlar, hiçbir zaman hafiflemeyen bir azap içinde bulunsunlar!.. Yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın!..”6
Ya da şu âyeti kerimenin dehşeti yetmiyor mu?:
“Allahın mescidlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların harab olmasına çalışandan daha zalim kim vardır? Bunların, oralara korka korka girmeleri gerekir (başka türlü girmeye hakları yoktur). Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azab vardır.“7
Allah işitendir, bilendir vesselâm..
Dipnotlar:
1) İmam Ahmed Müsned’inde (4/335), Bişr bin Sahim el-Has’ami’den Radıyallahu Anhu rivayet etmiştir.
2) Tabiat Risalesi.
3) Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, s. 333.
4) Emirdağ Lâhikası-2 (164).
5) Sözler, 184.
6) Fatih Sultan Mehmed Han, 1453.
7) Bakara/114.