"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Şaban Döğen’i rahmetle anıyoruz

04 Kasım 2014, Salı
Yeni Asya’da vefatına kadar 35 sene boyunca köşe yazarlığı yapmış ve Yeni Asya Neşriyat’tan çok sayıda eseri yayınlanmış olan merhum Şaban Döğen’e rahmet vesilesiyle, yeniden baskıya girecek olan “Hayat Ne Güzel” isimli eserinden küçük bir bölümü neşrediyoruz.

“HAYAT NE GÜZEL”İN ÖNSÖZ’ÜNDEN...

Yüz liranız kaybolsa belki üzülmezsiniz. Parmağınız incinse pek acı duymazsınız. Ama kaybolan milyonlarınız, kıyılan canınız olsa yine umursamazlık gösterebilir misiniz?    
Bilhassa son zamanlarda canlarına kıyan bazı genç insanların var olduğunu öğrendik. Acaba canlarını çokucuz, değersiz ve mânâsız mı bulmuşlar ki, ölüm ağına atmaktan çekinmiyorlar? Hayat, istifa edilecek kadar kötü mü? 
Bazen de yaşlı insanlara rastlıyorsunuz. Hayatlarından o kadar memnunlar ki yüzlerinden neşe saçılıyor. İntihar eden böylesine zavallıları duydukça, “Halbuki hayat ne kadar güzel! Keşke gençliğimiz geri gelse de yeniden yaşayabilsek! Hayat, on kere, yüz kere yaşanacak kadar güzel!” diyorlar.    
Her ikisi de insan! Ama birisi intihar edecek kadar hayattan bıkmış, diğeri de yeniden yaşamak isteyecek kadar onu seviyor.    
Kâinatta hayattan daha kıymetli ne var? O halde her şeyden çok tadı ve lezzeti de olmalı. Bir serçeyi bile yakalamak istiyorsunuz da kaçıyor. Belki de “Hayatıma kastedecek olmasınlar!” diye korkuyor. Demek ki hayatından memnun. Canlıların en üstünü olan bizler hayatımızı niçin sevmeyelim?    
Her şeyin yolunun, çaresinin bulunabildiği bir dünyada hayatı renklendirmenin de yolları olmalı. Aslında hayatımızı güldürecek veya ağlatacak olan, bizden başkası da değil. Onu cennete de çevirebiliriz, cehenneme de.    
Dünyaya ikinci defa gelmeyeceğimize göre, hayatı mânâ, gaye ve değerine uygun bir şekilde yaşamaktan başka yol var mı?    
Acaba ne ölçüde düşünebiliyoruz: “Niçin yaşıyoruz? Bu dünyaya niçin gönderildik? Hayatımızın gaye ve maksadı nedir? Ondan neler bekliyor ve neler buluyoruz? Nasıl yaşamalıyız ki mutluluğu tatmış olalım? “Ah, vah, eyvah!” demekten kurtulup bugünümüzü olduğu gibi yarınımızı da aydınlatalım?   
İşte bu kitabı yazmaktan maksadımız, bu ve buna benzer soruları cevaplandırmak, arayış içerisinde olan kardeşlerimize ışık tutmaktır.    
Eğer kitabımız, “Bu yazılmalıydı!” dedirtebiliyorsa hedefine ulaşmış olacaktır.
Şaban Döğen 
Bahçelievler, 1987
İstanbul

HAYAT NEDİR?

Hayat hakkında çok sözler söylenmiş. Herkes hayatın bir yönünü almış, değerlendirmiş. Hayata başka başka yönlerden bakmışlar. Veya kendi ruh dünyalarını sergilemişler. Bir kısmı anlamış, bir kısmı anlamamış. Bazıları anlamadan öteye gidememiş, bazıları ise yaşamış.
Anderson, hayatı Allah’ın yazdığı bir peri masalına benzetmiş. Bourget’e göre ciddî başlayıp mizahla süregiden ve dramla biten kalın bir kitap. Cenab Şehabeddin’in gözünde bir kumar. Emerson’da bir kuşku kabarcığı ve uyku içinde uykuya dönüşmüş, bir sürprizler serisi olmuş.
Balzac onu ölüp dirilen bir ahtapot gibi görmüş. La Bruyere’de bir trajedi ve komedi şeklini almış. Thevriet’e göre koyu bir ıztırap yükü olmaktan ileriye gidememiş. Novalis’e göre roman; Oliver Wendell Holmes’e göre bulaşıcı hastalık; Voltaire’nin dilinde çılgınlık, uydurma ve gerçeğiyle birlikte bir rüya; William Shakespeare’ce de yürüyen bir gölge.
Acaba bu ifadeler ümitsizlik, karamsarlık ve kötümserliğin görüntüleri mi? Ruhların kararmış da hayata kara bir gözlükle mi bakıyorlar? Eğer hayat gerçekten bu ise yaşanmaya değer mi? Yoksa onlar yaşanan bir kısım hayata göre mi yorum yapmışlar? Hayatın mânâsını anlayamamış, hayvancasına bir hayat sürmüş, kendi dünyasını karartmakla kalmayıp toplumun hayatını da zindana çevirmiş örnekleri görünce böyle bir hayat yaşanmaz demekten kendimizi alamıyoruz. Hayat niçin kara bir tablo olsun?
Bir ilim adamı, “Hayatımızın yarısını ana babalar, yarısını da çocuklarımız mahvediyor” diyor. Aslında, hayatımızı kendimiz mahvediyoruz. Hayatın gerçek manası kavranmadığı için çoğu kere boş, lüzumsuz, mânâsız ve değersiz şeylerin peşinde koşmakla ömür tüketiliveriyor.
Çekilen onca sıkıntı, ıztırap ve çile de cabası. Ömür beş para etmeyen şeylere sarf edilecek kadar değersiz mi?
“Vakit geçiremiyorum, ne yapacağımı bilemiyorum. Buraya vakit öldürmeye geldim” diyecek kadar kötü mü?
Ama çoğu insan içinde bulunduğu atmosferde bunları düşünmeye bile fırsat bulamaz. Birazcık düşünme fırsatı bulsa da peşinden gelen gafletle o kor da küllenir. Yana yakıla, düşe kalka, perişan bir hayat sürer gider. Böylesine hayat yaşayanların onca hata, yanlış, kusur ve ıztıraplarına rağmen hatada ısrar etmelerine şaşılır doğrusu. Hatada ısrar akıl kârı mı? Akıllı insan daha baştayken sonucu düşünebilendir. Yanılabiliriz, hata edebiliriz. Ama hatalarda ısrar etmenin gafletten başka îzahı yoktur. Çiçero, “Hayatta herkes yanlışlık yapar, ne var ki ahmaklar yanlışlarında ısrar ederler” diyor.
Yanlışı kabir kapısına kadar sürdürmenin mantığı yoktur. D. Dumas, “Hayatın mânâsını çözmeye uğraşırken bir de bakıyoruz ki hayatımız bitivermiş” diyor. Daha baştayken anlayıp, çözüp ona göre hareket etmemiz gerekmez mi? Elimizde bir elmas bulunsa onu nasıl değerlendireceğimizi ve koruyacağımızı hesap ederiz.  Elmastan daha değerli ömrümüz için de aynı şeyi düşünmeli değil miyiz?
Hayat kıymetlidir. İnsanın sahip olabileceği en büyük nimetlerden biridir. (...) Hayatın değerini bilmek onu anlayıp, nerede ve nasıl kullanacağını bilmekle olur. (…) Hayat mânâlarla dolu. Kâinat hayat için yaratılmış. Her şey hayata hizmet etmektedir. Kâinatın en önemli gayesi ve neticesi hayattır. Hayat kâinatın süzülmüş bir özü, en mükemmel meyvesi, kâinatı ayakta tutan birlik sırrıdır. Tabiatın en güzel süsü, Allah’ın harika bir sanatıdır. Onunla kâinat birbirine bağlanır, her canlı kâinatın küçük bir modeli olur.
Madem ki hayat bu kadar önemli ve değerlidir. O halde hayatın gaye ve maksadı da kâinat kadar büyük ve değerli olacaktır. O halde hayattan maksat nedir? Niçin yaşıyoruz?
(Bu soruların cevabını ve ‘hayat’la ilgili daha fazlasını, Yeni Asya Neşriyat’ın yeni baskısıyla okuyucularıyla buluşturacağı Şaban Döğen’in “Hayat Ne güzel” isimli eserinde bulabilirsiniz.)

Şaban Döğen (1952-2009) kimdir?

1952 yılında Çorum’un Kargı ilçesinde doğdu. Ortaokulu ilçesinde, İmam-Hatip Lisesini Çorum’da bitirdi. 1974’te Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun oldu. Beş yıl Sarıkamış Vaizliği yaptıktan sonra Millî Eğitim Bakanlığına geçti. Yurdun değişik yerlerinde ortaöğretimde Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenliği yapan Döğen, 1996’da emekli oldu. Merhum Döğen’in iki kız, bir erkek olmak üzere üç çocuğu vardır. 1974’lü yıllardan itibaren başladığı yazı hayatını, vefatına (4 Kasım 2009) kadar Yeni Asya gazetesinde köşe yazarı olarak sürdürmüş olan Döğen’in, ilk eseri Kur’ân’dan Tekniğe 1984’te yayınlandı. 40 civarında eseri bulunmaktadır.

“Hayat Ne Güzel” yeni baskısıyla okurlarıyla buluşuyor!

Yeni Asya Neşriyat, merhum Şaban Döğen’in “Hayat Ne Güzel” isimli eserini, yoğun talep üzerine ve rahmete vesile olması duasıyla önümüzdeki günlerde okuyucularıyla yeniden buluşturacak.

Okunma Sayısı: 3914
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • şahin tokmak

    7.11.2016 11:22:15

    2 devam Ben bugünkü dersi aksattığın için sana misafir oldum dedi. Biz her zaman misafir olamayız dedi. Sonrası şahsı maneviye tabi olmalıyız. Meşveret ve Şuuraya tabi olmalıyız dedi. Kişiler hata yapabilir. hata kusur aramak lazımsa kendi nefislerimizdeki enelerde aramamız gerektiğini söyledi. Cemaatin şahsı manevisindeki havuzda nefislerimizi eritelim yok edelim ben değil biz olalım dedi. Sonrasını o güzel nurlu yüzüne bakarken unuttum. Sabah kalktım. Kitaplarını karıştırdım. Vefat tarihine baktım. 05/11/2009

  • şahin tokmak

    7.11.2016 11:21:55

    Şahin Tokmak Vefat tarihine baktım. 05/11/2009 Misafirim vardı. Çok yakından tanıdığım, kendisi ile devamlı görüştüğüm, istişare yaptığım bir misafirimle menamda sohbetteydim. Misafirim ay gibi parlıyordu, her şeyiyle nurlanmıştı. Onu dinlerken, onu izlerken, ondaki nurlardan bana da aksediyordu. Abi nasılsın iyimisin dedim. Allaha şükür dedi. İstanbul'a 2 saat mesafede cennet misali bir köyde ikamet ediyorum dedi. İstanbul derslerine katılıyorum. Yeni Asya'da yazılarım yayınlanmıyor, onu hatırlatmak için geldim. sonra köye döneceğim. dedi. Dün gece tembellik etmiştim. Çarşamba dersine katılamamıştım. Bana sen niye bu akşam derse katılmadın. beşyüz metre yere sohbetten seni alıkoyacak ne mazeretin var dedi. Bende abi yorgunum hastayım bir sürü bahane ürettim. Hizmette bahane olmaz, bana söz ver dersleri aksatmayacağına dair. Bende söz verdim.

  • Hasan Sarıbuğa

    4.11.2014 17:02:31

    Pek aziz, muhterem, mütebessim ağabeyimiz. Seni çok özledik. Allah ebeden razı olsun. Hayırlı hizmetlerinizi kıyamete kadar devam ettirsin. Amin.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı