Küçük cemaatlerin dar kapsamlı yaptıkları danışma meclislerine “meşveret” büyük ve geniş katılımlı olanlarına da “şûrâ” denir.
Meşveret ve şûrâdan çıkan her karar doğru ve haklıdır denemez. Bu kararların oy çokluğu ve ittifakla alınmış olması da haklı ve isabetli olduğunu göstermez. Meşveretin kendisinin de “meşveret esaslarına uygunluk, doğruluk, hakkaniyet, insaf ve adalet” unsurlarını taşıması gerekir.
Aksi taktirde meşveret olur, ama haksız bir meşveret olur.
Herhangi bir cinayeti işlemek ve bir hak gasbını gerçekleştirmek için yapılan meşveretlerin ve alınan kararların doğruluğu ve haklılığı savunulabilir mi?
**
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri 1909’da “Divan-ı Harb-i Örfi”de “İttihat ve Terakki”nin müstebitleri tarafından “irtica!” ile suçlanıp yargılanırken şöyle der:
“Eğer meşrûtiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise ve hilâf-ı şeriat hareket ise bütün dünya, cin ve ins şahit olsun ki ben mürteciyim! Zira, yalanlarla ittihad yalandır. Ve ifsadat üzerine müesses olan ism-i meşrûtiyet, fâsittir. Müsemmâ-i meşrûtiyet hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.” (Divan-ı Harb-i Örfi, 41.)
**
Özellikle cemaatî yapılarda aynı inanç ve düşünceyi paylaşan ve aynı ideali taşıyanların, yaptıkları meşveretler sağlıklı sonuç verir. Zira Bediüzzaman’ın “İhlâs Risalesinde” ifade ettiği gibi “sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk etmek”, “samimî bir ittifak” içinde olmaları ihlâslarının gereğidir. Aksi taktirde zaten ihlâs ortadan kalkmış olur.
Bu durumda “Cemaatte vahid-i sahih olmazsa cem ve zam kesir darbı gibi küçültür. İnsanlarda sıhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa, ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.” (Mektubat, 804.)
**
Meşvereti herkes Allah’ın emri ve Peygamberimizin (asm) sünneti olarak yapıyor; ancak Bediüzzaman “Haklı Şûrâ”dan bahsediyor. “Haklı şûrâ ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakikî ile, üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir.” (Hutbe-i Şamiye, 67.) buyuruyor.
İhlâs ve tesanüdü netice vermeyen bir şûrânın haklı şûrâ olmadığını söylüyor.
Başka söze gerek var mı?