Kuvâ-yı hükümet (hükümet kuvvetleri)—ki mahiyetinde müselles (üçgen) gibi üç hatt-ı istikametten mürekkebtir—yed-i vâhidenin (tek elin) pençe-i tagallübünden (zorbalık pençesinden) intizâ’ ederek (faydalanarak) her biri aharın (diğerin) tetâvülüne (uzanışına) hadd-i ta’dîl (değiştirme sınırı), her biri hey’et-i umumiyyenin teşekkülüne mütemmim olmuş (tamamlanmış), meb’ûsân-ı ahali (milletin vekilleri) adalet-i İlâhiyyenin tatbikatında hemen hemen bu köhne cihan-ı ibtilâyı (tutkunluk cihanını) dâr-i mihnet (sıkıntı çekilen yer) sıfatından bir tecerrüd-i tam (ayırma) istidadı (kabiliyeti) vermeğe; mahkemeler divan-ı mahşerden nümûne olabilecek bir şekl-i hâil (perde) bağlanmış, reh-güzâr-ı ta’addîye (zulümlü geçişe) âhenîn (demir gibi sağlam) sedler, sengîn (taş) duvarlar çekmeğe, memurîn-i icra (işi yapan memurlar) yerine, güya ki birer melek-i müekkil (muayyen bir işle vazifeli melek) resmî libâs-ı hükümetle (hükümet kıyafetiyle) insan kıyafetine temessül etmiş, tahkîk-i cinayet ü kabâyihte “kirâmen kâtibin” ile müsâbakat etmeğe (yarışmaya) çalışıyor.
Fakat intişâr-ı ma’rifet (bilginin yayılması) kuvvetiyle kavâid-i hukuku (hukuk aideleri) (ve) vezaif (vazifeler) ulûm-u müteârife (müsbet ilimlere) idâdına (hanesine) dahil olmuş ve ahlâk tathîr-i zemâirde (kötülüklerin temizlenmesinde) herkese irâdât-ı cem’iyetin (toplum iradesinin) âmâl-i zâtiyesinden (şahsî işlerden) ziyâde şevk ve inhimak (üzerine düşmesiyle) ile icrasını mütemmimât-ı insaniyye (insanlığı tamamlayan) ve lezâiz-i hayattan (hayatın lezzetlerinden) bildirmek cihetiyle ne kudret-i teşrî (kanun yapma gücü) vaz’ına (konmasına) muhtaç nizam, ne teba’a kaza hakkından müstefid edecek müddet, ne memurîn-i icra infaz olunacak ahkâm bulabiliyor.
Usul-i mes’uliyet her memura göre kalbinde bir İlâhî mahkeme-i serâir-âşinâ (bilinen sırların mahkemesi) peyda etmiş. Herkes uyku zamanında hâb-gâhını (uyku odasını) bir makbere-i sükûn (mezarı) bilerek muhasebe-i nefste fikir ve vicdanını münkirîne kâim-makâm addeyliyor.
Hürriyet—ki ruhun kâffe-i ezvâk (zevklerin hepsi) u temâyülâtına sâik-i istikmal (tamamlama sebebi) ve ömrün envâ-i âfâtu (belâların çeşitliliği) (ve) ihtiyâcâtına bedel-i tesliyetdir (avutma bedelidir)—her ferdin ef’âlinde, efkârında, neşriyatında, ictimâında katîüt-tesîr (kesin çözüm) bir hükm-i şahane infazına başlamış. Aza-yı cem’iyetin ihtilâfât-ı metâlibi (isteklerinin ayrılığı) nağamât-ı musıkîden (müziğin namelerinden) mümtezic (kaynaşmış) bir aheng-i ittihad (birlik ahengi) hâsıl ediyor. Tasdikatına tab’an (yaratılıştan) bî-ihtiyar olan (istemeden) kuvâ-yı zihniyye men’-i tecavüzden mâ’ada her türlü kuyuddan (kayıtlardan), muâhezat-ı ukalâdan (akıl sahiplerinin tenkidlerinden) başka her nev’i muarızdan mâsun edilmiş (korunmuş)... Herkes, her gün bir fikr-i cedîd (yeni fikir) peyda eyliyor.
Tecârüb (tecrübeler) ve istidlâlât-ı hikemiyye (hikmetli deliller) ile hakikati zahir olan efkâr-ı cedîdenin (yeni fikirlerin) her birinden bütün âlem-i insaniyeti müstefid eyleyecek (faydalandıracak) nice âsâr-ı bedîa (güzel eserler) meydana çıkıyor. Ziya gibi etrafa dağıldıkça safvet (saflık) ve incilâ (parlama) bulmak ve uğradığı yerleri bir hayat-ı sâniyyeden behredâr (hisseli) etmek hassa-i feyyâzânesine (bereketli hislerine) mâlik olan olan mütâlâat-ı sadıka (doğru düşünceler) mecâlis-i ülfete (dostlar meclisine) inhisar beliyyesinden (belâların tekelinden) bütün bütün halâs olarak, iki eliyle bir başı olan her bâliğ-i reşid (bülûğa erişmiş) için bir basma dest-gâh-ı me’kûlât (yiyecekler tezgâhına) ve melbûsâttan (elbiselerden) mübrem (vazgeçilmez) ihtiyacâttan ma’dud olmuş (sayılmış), bir hatırdan güzâr eden (geçen) tasavvur, aradan iki gün geçmeksizin lâ-akal (en azından) birkaç milyon kuvve-i müdrikeye (idrak hissini) intiba’ ediyor (uyandırıyor).
Bu vâsıta ile hâsıl olan telâhuk-ı efkâr (fikirlerin çarpışması) sayesinde ihâla-i malûmatta (bilgilerin değişmesinde) bir adam bir millet, bir millet ise bir âlem kadar iktidar gösteriyor.
Herkes ebnâ-yı milleti (milletin evlâtlarını) tev’eman mülâsık (yapışık ikizler) ve hâk-i vatanı (vatan toprağını) mesire-i müşterek (ortak gezinti yeri) addeylemiş, milyon milyon toplanıyorlar. Zamanımızda siyasiyatça en hatarlı (kusurlu), hikmetçe en dehşetli addolunan mesaili (meseleleri) bî-perva (korkusuzca) müzâkere ediyorlar. Müsavat (eşitlik) mânâ-yı hakikîsini ifadeye başlayarak kabiliyât-ı efrad (fertlerin kabiliyetleri) inan be inan denilecek derecelerde müsabakaya kalkışmış. En vazî’ olanlar, en şerîf olanlar ile hem-kadr olmak raddelerine geldiği halde, yine en şerîf olanların haysiyeti tenezzül etmek değil, bilâkis rif’atyâb oluyor (yüceliyor). Hakk-ı tasarruf bir mer’iyet-i mutlaka (mutlak bir yürürlülük) bularak herkes mülkünü kendi için mahlûk bir âlem-i diğer kıyas eylemiş. Her hanede bir ailenin her türlü ihtiyâcât ve lezâizini istihsâl için mekteb gibi, dârül-kütüb gibi, nümûne-hâne gibi, dest-gâh gibi, mesire gibi iktiza eden tesîsâtın kâffesi (hepsi) mevcud bulunuyor.
İbâdın (ibadetlerin) harem-i büyûtu (gizli evi) Huda’nın beytül-haremine yakın bir mertebede mukaddes tutulmuş, fısk ve ta’addî (düşmanlık) veya zulüm ve tagallüb (zorbalık) âsitânlarından (dergâhlarından) güzâr edemiyor.
Muhabere kaidesi masuniyet kuvvetiyle bir serbestî-yi mutlak haline gelmiş, her isteyen hanesinde bir telgrafhane bulunduruyor, istediği adam ile istediği lisan ve işaret üzere teâti-yi efkârda (fikir alış verişinde) bir mâni’e tesadüf eylemiyor.
Herkes milleti için varını telef etmeğe hâzır, fakat milletin her türlü fedâkârlıktan gınası var, herkes vatanı için fedâ-yı cânâ müheyya (hazır) fakat vatanın kurbana ihtiyacı yok. Mâhasal (Netice), ebnâ-yı vatanın (vatanın evlâtları) her biri bir cihan kadar büyümüş, kâffesi (hepsi) tabiat-ı âleme bütün bütün tagallüb etmiş (üstün gelmiş), imkân dahilinde bir matlab-ı meşrû (meşrû talebi) kalmamış ki, bir fert için tahsiline iktidar mefküd (kaybolmuş) bulunsun. Âlem-i hayalde bir nev’i lezzet veya bir cins kemal bulunmuyor ki cihân-ı şuhûdda misli mevcud olmasın.
Vatanın bu feyz-i âlü’l-âline (yüce iyiliklerine) nazar-endâz-ı iftihar (iftihar melekelerine) oldukça hayretimden, meserretimden (sevincimden) bayağı gaşy olmuştum (kendimden geçmiştim).
Uykudan o hayâlât-ı rûh-perver (ruha ferahlık veren hayaller) içinde uyandım, o derece sevdâzede-i inbisât olmuşum (ferahlamışım) ki, tekerrür-i menâm (uykunun tekrarı) ile iâde-i rüya kabil olurmuş gibi yine gözlerimi kapayarak pîşgâh-ı nazraya (gözümün önüne) çekilen perde-i zalâm (karanlıklar perdesi) arasında gördüğüm âlem-i kemâlâtın bir daha temaşasına saatlerce çalıştım. Tabiî muvaffak olamadım. Fakat hâlâ ömrümün en büyük sermâye-i safâsı bu temaşanın tasavvurât-ı rûh-perveridir (ruha ferahlık veren tasavvurlardır).
Ne yâr-ı cân imişsin âh ey ümmîd-i istikbâl
Cihanı sensin âzâd eyleyen bin ye’s ü mihnetten
Senindir devr-i devlet hükmünü dünyâya infaz et
Huda ikbalini hıfz eylesin her türlü âfetten
Hürriyet Kasidesi
Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten
Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten
Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazlûma el çekmez ianetten
Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten
Vücudun kim hamir-i mâyesi hâk-i vatandandır
Ne gam rah-ı vatanda hak olursa cevr ü mihnetten
Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir
Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten
Felekten intikam almak demektir ehl-i idrake
Edip tezyid-i gayret müstefid olmak nedametten
Durup ahkâm-ı nusret ittihad-ı kalb-i millette
Çıkar asar-ı rahmet ihtilâf-ı rey-i ümmetten
Eder tedvir-i âlem bir mekînin kuvve-i azmi
Cihan titrer sebat-ı pay-ı erbab-ı metanetten
Kaza her feyzini her lutfunu bir vakt için saklar
Fütur etme sakın milletteki za’f u betaetten
Değildir şîr-i der-zencire töhmet acz-i akdamı
Felekte baht utansın bi-nasib- erbab-ı himmetten
Ziya dûr ise evc-i rif’atinden iztırâridir
Hicâb etsin tabiat yerde kalmış kabiliyetten
Biz ol nesl-i kerîm-i dûde-i Osmaniyânız kim
Muhammerdir serâpâ mâyemiz hûn-ı hamiyetten
Biz ol âl-i himem erbâb-ı cidd ü içtihâdız kim
Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten
Biz ol ulvî-nihâdânız ki meydân-ı hamiyette
Bize hâk-i mezar ehven gelir hâk-i mezelletten
Ne gam pür âteş-i hevl olsa da gavgâ-yı hürriyet
Kaçar mı merd olan bir can için meydân-ı gayretten
Kemend-i can-güdâz-ı ejder-i kahr olsa cellâdın
Müreccahtır yine bin kerre zencîr-i esâretten
Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten
Civânmerdân-ı milletle hazer gavgâdan ey bidâd
Erir şemşîr-i zulmün âteş-i hûn-i hamiyetten
Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten
Gönülde cevher-i elmâsa benzer cevher-i gayret
Ezilmez şiddet-i tazyikten te’sir-i sıkletten
Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten
Ne yâr-ı cân imişsin ah ey ümmid-i istikbâl
Cihanı sensin azad eyleyen bin ye’s ü mihnetten
Senindir devr-i devlet hükmünü dünyaya infâz et
Hüdâ ikbâlini hıfz eylesin her türlü âfetten
Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar
Uyan ey yâreli şîr-i jiyân bu hâb-ı gafletten
Mehmet Namık KEMAL
Lügatçe:
ahkâm-ı asr: Çağın hükümleri, düşünce anlayışı.
münharif: Sapmış, ayrılmış.
bâb-ı hükümet: Hükümet kapısı.
mürüvvend-mend: Mertlik sahibi.
ianet: Yardım.
hakir: Hakarete uğramış.
sakıt: Düşmüş.
hamir-i mâye: Hamur mayası.
hâk-i vatan: Vatan toprağı.
râh-ı vatan: Vatan yolu.
hâk: Toprak.
cevr: Acı.
mihnet: Sıkıntı, yük.
muin: Yardımcı.
erbâb-ı deanet: Aşağılık kişiler.
sayyâd-ı bî-insâf: İnsafsız avcı.
feyz-i bâkî: Sonsuz faydalı bilgi, sonsuz hidayet nuru.
zevk-i fanî: Geçici zevk, sonu olan lezzet.
tul-i hayât: Uuzun yaşama arzusu.
hıfz-ı emanet: Emaneti korumak.
melâmet: Kınama, ayıplama.
ehl-i idrak: Anlayan, idrak sahibi.
tezyid-i gayret: Gayretin arttırılması, çalışmanın çoğaltılması.
müstefid: Faydalanan.
nedamet: Pişmanlık.
ahkâm-ı nusret: Zafer hükümleri.
ittihad-ı kalb-i millet: Milletin gönül birliği.
âsâr-ı rahmet: Rrahmet eserleri.
ihtilaf-ı rey-i ümmet: Ümmetin (gerçeği bulma yolundaki) fikir ayrılıkları.
tedvir-i âlem: Dünyanın dönmesi, şartların değişmesi
mekî: iktidar sahibi kişi.
kuvve-i azm: Gayretin gücü, büyüklüğünün gücü.
sebat-ı pây-ı erbâb-ı metânet: Metanet sahibi kişilerin ayaklarını sağlam basması.
fütur: Çekinme, korkma.
za’f u betâet: Zayıflık ve gevşeklik.
şîr-i der-zencir: Zincire vurulmuş aslan.
acz-i akdâm: Ayakların güçsüzlüğü.
bi-nasib- erbâb-ı himmet: Nasipsiz himmet sahipleri.
evc-i rif’at: Yüksekliğin tepesi.
iztırâr: Çaresizlik.
nesl-i kerîm-i dûde-i Osmâniyân: Osmanlılar boyunun ulu soyu.
muhammer: Mayalanmış, yoğrulmuş.
serâpâ: Baştan aşağı.
hûn-ı hamiyet: Hamiyet kanı.
âl-i himem: Yüce hamiyet.
erbâb-ı cidd: Çalışkan, güçlü kişiler.
ulvi-nihâdân: Yüce yaratılışlı.
meydân-ı hamiyet: Hamiyet meydanı.
hâk-i mezâr: Mezar toprağı.
ehven: Tercih edilen.
hâk-i mezellet: İtibarsızlık toprağı.
âteş-i hevl: Korkulu ateş.
gavga-i hürriyet: Hürriyet kavgası.
meydân-ı gayret: Gayret meydanı.
kemend-i cân-güdâz-ı ejder-i kahr: Acımasız bir ejderin can yakan kemendi.
müreccah: Tercih edilen.
zencîr-i esâret: Esirlik zinciri.
esbâb-ı cefa: Eziyet sebepleri.
azîmet: Hak yolunda hizmet.
ednâ: En küçük, en basit.
âlâ: Yüce.
vezâret: Vezirlik, devlet memurluğu.
sadaret: Sadrazamlık, devlet memurluğu.
bî-vefâ: Vefasız.
nâzende-i tannâz: Alaycı sevgili.
sâdıkân-ı aşk: Aşkına bağlı.
âlâm-ı gurbet: Gurbet acıları.
müberrâ: Uzak, uzakta duran.
recâ: Yalvarma.
havf: Korku.
agrâz-ı hükümet: Hükümetin kötü niyetleri.
civânmerdân-ı millet: Milletin yiğitleri.
hazer etmek: Çekinmek.
bidâd: Zalim, yanlış yolda olan.
şemşîr-i zulm: Zulüm kılıcı.
âdemiyet: İnsanlık.
efsunkâr: Büyüleyici.
didâr-ı hürriyet: Hürriyetin güzel yüzü.
cezb-i kalb: Kalbin fethedilmesi.
setr-i hüsn: Güzelliğin örtülmesi.
enzâr-ı ümmet: Ümmetin bakışları.
kilâb-ı zulm: Zulüm köpekleri.
şîr-i jiyân: Kükreyen aslan.
hâb-ı gaflet: Gaflet uykusu.