"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

‘İnsan hatırlandığı müddetçe ölmez’

M. Ali KAYA
05 Aralık 2016, Pazartesi
Namık Kemal'in Rüyası-4

"Ey takayyüd-perestân-ı esaret (esaretin zincirlerine tapanlar)! Fa'âlün limâ yürîd [Dilediğini mutlaka yapan Allah], cümleyi halince mürid etmiş, siz daima nefsinizden irâdetin nez'ini (kaldırmayı) murad ediyorsunuz. Perestişiniz (taparcasına arzunuz), âdet veya menfaat nâmıyla boynunuza takılan zincir-i esaretedir (esaret zincirinedir). Yüzünüzü okşayan tâhir (temiz) elleri ısırmak, başınıza pençe vuran murdar (pis) ayakları yalamak kendinizce melekât-ı râsihadan (köklü bir alışkanlık) olmuş. Çekiniz, çekiniz! Ta ki boynunuzdaki bâr-ı girân (ağır yük) sizinle mezara gitsin, zira evlâdınız o kayıdlara tahammül edemez.

"Ey tezellül-perverân-ı cebânet (korkaklığın alçaklığını benimseyenler)! Cenâb-ı hayrü'l-mâkirîn (Hile edenlerin en hayırlısı olan Allah) insanı her ne fitneye müptelâ etmiş ise cümlesini takdir için mîyar-ı akla (akıl ölçüsüne) mâlik olduğu halde yaratmış. Siz mevt korkusuyla helâk olacak bir hale geliyorsunuz; hapis endişesiyle fikrinizi baş dediğiniz bir avuç kemik, vicdanınızı gönül dediğiniz bir parça et, natıkanızı (konuşmanızı) dudak dediğiniz birkaç damla kan arasında esir-i zindan ediyorsunuz; duvarda gölgenizi görseniz, azanızın her biri bir başka yolda lerzenâk oluyor (titriyor).

"Titreyiniz, titreyiniz! Eczâ-yı bedeniyyenizin tarumar olması böyle bir ıztırâba lüzum gösterir.

"Ey mürtekibân-ı her mezellet (Rüşvet yiyen alçaklar)! Hazret-i râfiü'd-derecât (dereceleri yükselten Efendimiz) cümleyi merâtib-i izz ü ibcâle vusul (mertebeleri yüceltip yükseltmek) için teklif-i manevî ve hevâ-yı nesimî (hafif esen rüzgâr) gibi mücerredât (tek, yalnız) ve letâifden (duygularından) başka her türlü bâr-ı sıkletten (yükün ağırlığından) berî etmiş (uzaklaştırmış); siz bin miskinin hakkını, bin mukbilin (kutlunun) hakaretini gerdanınıza tahmil etmekten (yüklemekten) nefsinizi halâs etmek (kurtarmak) istemiyorsunuz; bu zayıf vücûdunuzla küre-i zemini başınıza, metâib-i kâinatı (seçilmiş kâinatı) arkanıza yükletmek isteseler kabulünden çekinmezsiniz.

"Alâ-merâtibihim (sırasıyla) küçüğünüz büyüğünüze, o da kendi büyüğüne omuzlarını rikâb-ı tezellül (üzengi) etmek aranızda umûr-ı tabiiyyeden (tabiatınızın gereği bir adetiniz) ma'dûddur (sayılır).

"Eziliniz, eziliniz! Vücûdlarınızı zîr-i zemine (yeraltına) geçirmek için öyle bir tazyîka (zorlamaya) ihtiyaç görünür. Ne zaman intibah hâsıl edebileceksiniz (uyanacaksınız)? Ne zaman saadetinizi düşüneceksiniz? Ne zaman merîd (güçlü) ve muhtar (bağımsız) olduğunuzu bileceksiniz? Ne zaman merd olacaksınız? Ne zaman kadrinizi anlayacaksınız?

"Âlem bir kâbe-i kemâle doğru şitâbân olmuş (acele edercesine) gidiyor, siz sakin olduğunuz yerleri, şikârını (avınızı) ağyardan (yabancılardan) sakınan sibâ' (yırtıcı hayvanlar) gibi dişlerinizle, tırnaklarınızla bulunduğu merkezde tevkîfe (tutmaya) çalışıyorsunuz. Zanneder misiniz ki, bu acz ve hakaretinizle beraber meşiyyete (İlâhî iradeye) galebe edebilirsiniz? Ümit eyler misiniz ki bu âlem-i devvâr (dünya) içinde hâlin bir dakika sükûn ve sebatı kabil olur? Gözlerinizin önünde cereyan edip geçen hava dehânınıza bir nefes girip çıkınca, hal dediğiniz devre-i hayâli (hayal gibi an, zaman) zaman-ı ömrünüzden tefrik ederek (ayırarak) adem-âbâd-ı hîçâhiçe (yokluk diyarına) sürüp götürmekte olduğunu idrâk edecek kadar nazarınızda kudret yok mudur? Bu ne garip haldir ki içinizden kiminle konuşulsa yarı sohbeti halden şikâyettir. Yine hiçbiriniz hâlinizi muhafazadan başka birşey düşünmezsiniz. Zahir öyle kıyâs edersiniz ki, bu âlem-i havadis sizin için bir merkez-i sükûn olup kalacaktır. Heyhat!

"Dünyada gördüğünüz bu kadar ahvâlin hangisinde sebat buldunuz? Meşhudunuz (Şahidiniz) olan bu kadar inkılâbâtın (değişimlerin) hangisinden kable'l-vukû (meydana gelmeden önce kalbe doğar gibi) haberdâr oldunuz? Hiçbir peder rahm-i mâderde (anne karnında) bulunan evlâdının simasını, endamını, zekâsını, ahlâkını keşfe muktedir midir? Değil ise bir asır için butûn-ı eyyam (devirler) içinde muhtefî (gizli) olan asr-ı müstakbelin (gelecek asrın) tavrını takdir etmek nasıl mümkün olabilir?

"Ne vakit hâl maziye muvafık zuhur etmiştir ki, müstakbelin hâle mutabakatına ihtimâl verilsin? Hâtıra gelmez neler olacak, tasavvurdan geçmez neler görülecek!

Setubdî leke'l-eyyâmu mâ kunte câhilen

Veye'tîke bi'l ahbâri men lem tezevvedi

Veye'tîke bi'l ahbarî men lem tebi'lehu

Betâten velem tadrib lehu vaktu mev'idi

[Günler sana bilmediklerini gösterecek

Mektubu götürmeyen sana haberler getirecek

Kendisi için yolculuk eşyası satın almadığın,

Ve bir hareket anı tayin etmediğin kimse sana haberler getirecek] 

—Cahiliye devri şâirlerinden Trafe el-Abd'in ölüm hadisesine telmih

"Bütün ebnâ-yı âlem (dünyanın çocukları) nazarını istikbâle dikmiş, girdiği meslekte mutabassırâne (açıkgözle) devam edip gidiyor. Siz güya ki bir yed-i galibe (güçlü ele) boynunuzu tutmuş da arkanıza çevirmiş gibi maziye hasr-ı nigâh eylemişsiniz (bakışlarınızı sabitlemişsiniz).

"Ayağınızın bastığı yeri gözünüz görmüyor. Her adım attıkça bir hatar-gâha (tehlikeli yere) düşmeden bir yolda yürümeniz mümkün olmuyor.

"Düşününüz ki nazar, maziye masruf olmak (harcamak) lâzım gelseydi, Sâni-i Hakîm âlet-i bâsırayı (gözü) arkada yaratırdı.

"Mazide aradığınız nedir? Kaybettiğiniz ömrü taharri ederseniz (ararsınız), heyhat!

"Zamanı kim iade edebilir? Âlemin devrini aksine çevirmeğe kim muktedir olur?

"Ecdadınızı mı istersiniz? Onların ruhâniyeti, ulviyeti yed-i meşiyyette (Allah'ın elinde) olduğunu bilmez misiniz? Kaderle mi pençeleşeceksiniz? Şöhretlerini mi ararsınız? Ondan da dünyada eski paçavradan yapılmış bir kâğıt üzerine, isten (duman kiri) tertib olunmuş (yapılmış) birkaç damla mürekkepden başka size âit bir hisse-i veraset (miras payı) yoktur.

"Bakiyye-i cismâniyetlerini mi taleb edersiniz? Mezarlarına gidiniz, arayınız, bakalım çürümüş kemikten başka ne bulabilirsiniz?

"İnsansınız, insan yetiştirmeğe memursunuz. O şöhretleri, o faziletleri kendinizde, evlâdınızda hâsıl etmeğe çalışınız ki, siz avâlim-i ulviyyeye (ulvî âlemlere) nazar-ı tahassürle (hasretli bir bakışla) bakarak onların haline acz ve meskenetle (miskinlikle) hayran kalacağınıza, onlar bu dünya-yı denîde (alçak dünyada) sizin gösterdiğiniz ulviyyete baksınlar da avâlim-i ulviyyeden (ulvî âlemlerden) halinize, kemâlinize mütehayyir (hayran) olsunlar. Düşünmez misiniz ki, siz ne kadar eslâf-perest (atalarıyla övünen) olursanız eslâfınızın (atalarınızın) kadrini o kadar tenzîl edersiniz (düşürürsünüz)? Bu âlem, âlem-i terakki (yükselme dünyası) iken, evlâdını kendine faik (üstün) edemeyen pederler meftûniyete (tutkunluğa) değil, hayır ile yâd olunmağa bile lâyık olamaz.

"Nice bir bu hâb-ı gaflet (gaflet uykusu)! Bu kadar zamandır gözü açık uyudunuz, gördüğünüz rüyaların hangisi hakka isabet etti? Yaşadığınızdan yaşamaktan başka ne kazandınız? Eslâfınıza (atalarınıza) meâsir-i celîleleri (padişaha ait nişanları) için bu kadar tahassür (hasret) gösteriyorsunuz, ya ahlâfınız (sizden sonrakiler) sizi hangi eserlerinizle yâd etsin?

"İsminizi yalnız mezar taşlarında mı bırakacaksınız? Bir mezar taşının nakışları nihayet yüz seneden ziyade sürmediğini bilmez misiniz? O perestiş edercesine (taparcasına) sevdiğiniz eslâf-ı kiramdan (atalarınızdan) kaçının mezarını gördünüz? Gördüğünüz mezarlardan kaçında yıkılmamış, bozulmamış, parçalanmamış taş buldunuz? Hurşid-i ma'rifet (Marifet güneşi) mağribden (batıdan) doğdu. Medeniyet-i kadîmenin (eski medeniyetin) sabah-ı kıyameti (kıyamet sabahı) yetişip geliyor, demir yollar "dâbbetü'l-arz"dan nişan veriyor, maarif bütün esrâr-ı tabiatı (tabiatı sırlarını) fâş ediyor (ortaya çıkarıyor), telgraf yerin damarlarını bozuyor, yeni silâhların sadası musallat olduğu devletin başına sûr-i İsrafil hükmünü gösteriyor, hâlâ mı uyuyacaksınız? Rûz-ı mahşerde (mahşer meydanında) mi uyanacaksınız?

"Nice bir bu ülfet-i sefalet (sefalete alışmak)! Boyunuz iki karış iken hiç olmazsa validenizin kucağında otururdunuz, şimdi üç arşın yükseldiniz, isteyen başınıza çıkıyor.

"Bastığınız topraklardan hâsıl olan otlar büyüyor, boyunuzun beraberi oluyor, siz hâlâ doğruca durup da kendinizi kaddiniz (boyunuz) kadar göstermeğe muktedir olamadınız.

"Sevdiğiniz, beğendiğiniz ecdadınız eğilirse Hâlık'a secde etmek veyahut kılıca dayanmak için eğilirdi. Sizin ise kârınız, belki şeytandan esna' (çok kötü) bildiğiniz, birtakım mahlûkatın âdet veya menfaat nâmına ayağını öpmek için secdeye kapanmaktan ibarettir.

"Ecdadınız mezarlarında doğru yatıyor! Siz dünyâda boynu eğri geziyorsunuz. Medeniyet hayvanların ön ayaklarını el yapmağa, bellerini düzeltmeğe çalışıyor, maymundan insan peyda etmek istiyor! Siz mevcut olan ellerinizi ayak hâline getirmeği, insan iken maymun olmağı iltizâm ediyorsunuz. Hâlâ böyle eğri büğrü mü gideceksiniz? Boyunuza olsun istikamet vermeğe çalışmayacak mısınız? Aklınız hiçbir vakit ulviyâta meyletmeyecek mi? Gözünüz daima yere mi bakacak?

"Nice bir bu perestiş esareti! Bir kere şu parça parça zincirlere bakın, onlar saçlarından ziyade hâtır-rübâ (hatır alan) mıdır?

"Acâip değil midir ki, bana bir nigâh etmeğe (bakmağa) tahammül edemiyorsunuz da bu kadar okka demiri, boynunuzda, elinizde, ayağınızda taşımağa tahammül edebiliyorsunuz? Acaba zincirin rengi benim çehremden güzel midir? Yoksa onun acı acı sadâsı kadar benim sesimde letafet (güzellik) mi yoktur?

"Beni ruhunuza Allah vermiş, zinciri cisminize insan bağlıyor; bilemem ki kulun zulmünü Hakkın inayetine nasıl tercîh edersiniz? Bu taşıdığınız zincir ecdadınızın zûr-ı bâzûsu (kol gücü), ihvanınızın (dostlarınızın) sa'y (çalışma) ve ikdamiyledir (gayretiyledir). Üzerine güneş dokunsa eriyor. Rüzgâr esse paralanıyor, su dökülse eziliyor, benim bir nazarıma tahammül edemiyor da parça parça dağılıyor.

"Siz hâlâ onu tılsımla yapılmış bir ejder mi kıyas edersiniz? Daima vehminizle mi mukayyed olup kalacaksınız! İstikbâlde de mi elinizi, kolunuzu sallayarak bana doğru şitâbân olup (koşup) gelmeğe muktedir olmayacaksınız?

"Nice bir bu mezellet-i cebânet (korkaklığın alçaklığı)! Neden korkar, durursunuz? Ölümden mi? Korku ne vakit ebedî hayatı mucib olmuş! Eziyetden mi? Dünyadan kime zincir-i esaretten ağır bir bâr (yük) tahmîl olunmuş (yüklenmiş)! Ecdadınız fazilet yoluna idam olunmuş bir adamın kanından hâsıl olan lekeleri o fazilete ittibâ' için bir vasiyetname addederlerdi. İçlerinde hürriyet-i vatan, vazife-i insaniyet uğruna şehit olanlar vebadan, hummadan, veremden, nüzulden ölenlere galib idi. Siz bu eslâf-perestlikle (atalara taparcasına bağlılıkla) beraber neden o eser-i hamiyetden bu kadar tebâüde (uzaklaşmaya) çalışıyorsunuz?

"Dünyada her ne türlü yaşanılırsa yaşansın neticesi ölüm olmayacak mı? Bir de bekâ-yı nâmı düşünmek yok mudur?

Huve'l-mevtu fahter mâ alâ leke zikruhu

Velem yemuti'l-insanu mâ bakiye zikruhu

[Bu ölümdür! Hatırlaman gerektiğini unutma. İnsan hatırlandığı müddetçe ölmez.]

"Bi-eyyi-hâl (mutlaka) öleceğinizi bilirken ne vakte kadar mezara girmemeğe çare bulmak vâhimesiyle (kuruntusuyla) beyhude yere, topraklara sürünüp duracaksınız? Azrail önünde de mi taleb-i hayât ile merhamet dilenciliğinden kurtulmayacaksınız?

"Nice bir bu irtikâb-ı zillet (rüşvet zilleti)! Tezellülden (aşağılanmaktan) ümit ettiğiniz faide nedir? Toprak daima pâymâl (ayak altında) olur. Hiç avucuna alıp başına koyan var mıdır? Solucan daima yerlerde sürünür, hiçbirini kaldırıp da kafeste besleyen görülmüş mü? Kimin eteğini öptüğünüzde ağzınız lezzet buldu? Kimin ayağına kapandığınızda başınız göğe erdi? Dudaklarınız tozlu tozlu çuhalara yapıştıkça, şeker mi peyda oluyor? Yüzünüz terli terli sahtiyanlara (parlak derilere) dokundukça burnunuza misk kokusu mu geliyor? Tazallüm (zulüm görmek) nâmına ağzınızdan çıkan kör dilenci ilâhilerini kim dinledi? Girye-i istirham (yakarış gözyaşı) nâmıyla gözünüzden dökülen namus cevherleri kaç para etti? Ne vakte kadar masum çocuk gibi, istediğinizi yapamadıkça ağlayacaksınız? Ma'tûh (bunamış) ihtiyarlar gibi, istediğinizi hâsıl olmuş zannettikçe, secde-i şükr (şükür secdesi) edip duracaksınız

Okunma Sayısı: 6933
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • khk magduru

    5.12.2016 15:16:37

    Ruhun şadolsun Namikkemal .. Allah razi olsun ceviriniz emeğiniz için abi..

  • said yazar

    5.12.2016 09:37:46

    Orijinal ve Õzgün bir araştırma olmuş.Benzeri araştırmalarınızı bekliyoruz.Tebrik ve Teşekkürler

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı