"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kanun-î Esasî’nin kabulü ve yaşanan tartışmalar

M. Ali KAYA
30 Nisan 2016, Cumartesi
Abdülhamid 31 Ağustos 1876’da Anayasal Meşrûtiyet’i ilân ettirmek şartı ile yönetime gelmişti.

Bu sebeple tahta geçtikten sonra Mithat Paşa’yı Sadrazam atayarak 7 Ekim 1876’da Anayasa çalışmalarını başlatmıştır. Mithat Paşa 28 üyeden oluşan bir komisyon kurmuş “Meclis-i Mebusan” ve “Meclis-i Ayan” olmak üzere iki meclisli bir Parlamenter sistem oluşturmak amacı ile Anayasa çalışmalarına hemen başlamış ve 20 Kasım’da Anayasa Taslağını Sultan Abdülhamid’e sunmuştur.

Bu arada Anayasa’ya karşı olanlar imzasız bildirileri sokaklara atılmış ve ilânlar duvarlara yapıştırılmıştır. Medreselerdeki “Talebe-i Ulum” sokaklara dökülmüş ve gösteriler yapmışlardır. Bu duruma engel olmak için Sadrazam Mithat Paşa bu problemi “Heyet-i Vükelâ”ya getirerek göstericiler aleyhinde elebaşıların “Sürgün edilmesi” yasa teklifini getirmiştir. Nihayet “Sürgün Yasasını” son anda “Kanun-î Esasînin” 113. Maddesine koymayı da başarmışlar ve büyük bir hataya düşmüşlerdir. Zira daha sonra bu yasayı desteleyenler kendi yasaları ile sürgün cezasına çarptırılmışlardır.

Nihayet 119 Maddeden oluşan bu Anayasa 23 Aralık 1876’da “Kanun-î Esasî” adı ile ilân edilmiştir. 20 Nisan 1924’e kadar da yürürlükte kalmıştır.

**

Kanun-î Esasî’yi ilâna zorlayan sebeplerin başında İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya, Macaristan, Almanya ve Rusya’nın “Azınlık Haklarını” savunarak Osmanlı’yı sıkıştırmaları gelmektedir. Amaçları da içeride azınlıkları kışkırtarak isyan etmelerini sağlamak ve Osmanlıyı yıkmaktı. Bu sebeple “Tersane Konferansı” diye bilinen Taşkızak Tershanedi’nde Bahriye Nezareti’nde bir Konferans düzenlemişlerdi. Konferans görüşmeleri 23 Aralık 1876’da başlar. Bir müddet konuşmalar yapılır. Birden şiddetli top sesleri duyulur. Delegeler şaşırırlar. Hariciye Nazırı kürsüye çıkar ve “Padişah II. Abdülhamid Meşrûtiyeti ilân etmiş ve devleti meydana getiren azınlıkların hakları güvence altına alınmıştır” diye açıklayıcı bir konuşma yapar ve “Artık bu konferansa gerek kalmamıştır” der ve Osmanlı delegeleri salonu terk ederler. Avrupa devletlerinin delegeleri şoke olup ve dağılırlar.

**

Kanun-î Esasî ile “I. Meşrûtiyet” ilân edilmiş oldu. Seçimlerin yapılması ile Meclis-i Mebusan 19 Mart 1877’de açıldığı zaman 69 Müslüman, 46 Gayr-i Müslim toplam 115 mebustan meydana gelmekteydi.

Anayasal Parlamenter Sisteme bu ani geçiş Avrupa devletlerini şaşkına çevirirken Osmanlı’da da Anayasal sistemi savunanlar ile bu sistemin “Şeriata” yani dine aykırı olduğunu dâvâ edenler arasında tartışma da başlar.

Kanun-î Esasî’yi savunanlar Jön Türklerin başını çektiği Meşrûtiyetçiler Sadrazam Mithat Paşa’nın çevresinde toplanan Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi mütefekkirlerdir. Kanun-î Esasî’ye karşı olanlar da Padişahın yetkilerinin sınırlandırılmasına karşı çıkan ve Müslüman ile Gayr-i Müslimlerin eşit haklar verilmesinin Şeriata, dine aykırı olduğunu iddia edenlerdir. Bunlar kendi tezlerini savunmak için “Kanun-î Esasî’yi” kabul edenleri tekfir edecek kadar ileri gitmişlerdir.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri “Münâzarât”da bu meseleyi açıklayarak şöyle buyurur: “Inkılâptan on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. Siyâsetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhur Kemâl’in “Rüyâ”sıyla uyandım. Lâkin, maatteessüf, su-i tesadüfle hükûmete itiraz edenlerden ehl-i ifrat ve ehl-i tefrite rast geldim. Ehl-i ifratın bir kısmı, Araptan sonra İslâmiyetin kıvâmı olan Etrâkı tadlil ediyorlardı. Hattâ bir kısmı o derece tecavüz etti ki, ehl-i kanunu tekfir ederdi. Otuz sene evvel olan Kanun-î Esasî’yi ve Hürriyetin ilânını tekfire delil gösterdi, “Her kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse...” (Mâide Sûresi, 5:44. Âyetini) hüccet ederdi. Biçare bilmezdi ki: “Kim hükmetmezse” bilmânâ “Kim tasdik etmezse”dir.

Acaba sabık istibdadı hürriyet zanneden ve “Kanun-î Esasî’ye” itiraz eden adamlara nasıl itiraz etmeyeceğim? Çendan onlar hükûmete itiraz ederlerdi. Lâkin onlar, istibdadın daha dehşetlisini istediler. Bunun için onları reddederdim. İşte şimdi ehl-i hürriyeti tadlil eden şu kısımdandır.” (Münâzarât, 123-125.)

Bediüzzaman meseleye “Hürriyet” ve “İstibdat” açısından bakar. Zaten yönetimin meşrûiyetinin ve şeriata uyugunluğunun ölçüsü “Hürriyet” ve “İstibdat” dengesidir.

Galiba “Siyasette muktesit meslek” de budur.

Kaynaklar:

1. M.  Akif Aydın, “Kânun-i Esasi” TDV İslâm Ansiklopedisi, 24: 328.

2. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Tarık Zafer, Tunaya 1:27-28.

3. Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, İst-1993, s. 123-125.

Okunma Sayısı: 6142
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı