"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Rüya -2

M. Ali KAYA
04 Aralık 2016, Pazar

 

Akıbet yorgunluk vücûduma galebe etti. Göz kapaklarım yastığa dayanmış hastalar gibi durduğu yerde önüne önüne yığılmaya başladı; odanın bir köşesine uzandım; derhal uyumuş kalmışım; ah o ne hâb-ı hayat-efzâ (ömrü çoğaltan uyku) idi! İki yaşında bir masum validesinin memelerine dayansa veya yirmi yaşında bir sevda-zede maşukasının saçlarına bürünse yine bu kadar safâ-perver (iç açan) bir uyku geçirebilmek ihtimalin haricindedir.

Bir rüya gördüm, öyle hayâle bin hakikat fedadır. Pek az zaman sürdü, öyle temaşanın her dakikasına bir ömr-i beşer (insan ömrü) kurban olsun.

An ki mîbînem be bîdârîst yâ Rab yâ be hâb

[Yâ Rabbî! Gördüğüm uyanıklık halinde mi, yoksa uyku halinde mi?]

Güya bir sahrada imişim. Güneş henüz ufuktan çıkmaya başladı. Fakat ziyası bizim bildiğimiz gibi değil, mayi haline gelmiş idi. Uğradığı yerleri şa’şaasına gark ederdi. Elvân (renkler) bizim gördüğümüz gibi değil, güya ki bir cevher-ı seyyâl (akıcı cevher) olmuştur. Bir cisme ta’alluk etmese (bağlanmasa) de yine meydanda gibi görünürdü.

Bir halde ki, üç dakika geçer geçmez ağaçlardan, çiçeklerden, dağlardan, taşlardan, yerlerden, göklerden nur akmaya, renk yağmaya başladı. Yapraklar televvünde (renk değiştirmesinde) birer ebr-i seherden (seher bulutu), meyveler iltimâ’da (renk değiştirme) birer necm-i münevverden (ışık saçan yıldızdan) nişan verdi.

Tepelerde yarım ay büyüklüğünde inciler delinmiş, içinde nice bin mürg-i bukalemun-renk âşiyan (bukalemun renginde olan yuva) tutmuştu.

Derelerde dağ parçası kadar elmaslar oyulmuş, derûnunda nice bin behîme-i şebtâb-ı iltimâ’ (parıldayan ateş böcekleri) sığınmıştı.

Sabahın feyzi bir derecede idi ki, insan her dakika geçdikçe güya ki vücûdunda ruhu büyüyormuş ve hayatı bedeninden taşacak surette tezâyüd ediyormuş (çoğalıyormuş) gibi bir hal hissederdi. Güya ki hayat eczâ-yı âlemin (âlemin ilâçlarına) umûmuna sirayet etmişti.

Goncalar bülbül gibi daldan dala uçarak şakırdı. Semenler (yaseminler) kebûtern (güvercin) gibi havada perende atarak dem çekerdi.

Etrafıma baktım, ebnâ-yı vatanın (vatan çocukşarının) nısfından (yarısından) ziyadesi (fazlası) orada içtimâ etmiş (toplanmış) zannolunabilecek kadar azîm bir izdiham mevcuttu.

Kudretin böyle mâ-fevka’t-tabî’a (fizik ötesi) bir ârâyiş-i rengâreng (rengârenk süsler) ile izhâr ettiği bedîa’-ı îcâzı (mu’cizevî güzellik) temaşadan herkes bir suretle lezzetyâb-ı safa (eğlenceden alınan lezzet) iken, ufukta gayet hafif bir ateşî bulut peyda oldu.

Ağır ağır açılmaya başladı, arasından putperestler nazarında “âlihetü’l-hüsn” (güzellik kraliçesi) itibâr olunabilecek bir nazenin (cilveli güzel) göründü.

Bir nûrânî cemâline, bir hüsnündeki terâvete (hoş kokuya) bakılsa, bir bakışta güneş, bir bakışta nevbahar (ilkbahar) insan şekline temessül etmiş (benzemiş) zannolunurdu. ...

Cismi o derece şeffaf idi ki, büründüğü bulutun her tarafından aks-i elvanı (renklerin yansıması) görünürdü. Buluta sarınır sarınmaz gîsûları (kahkülleri, saçları) ürperdi, arslan saçına benzedi, cebhesi parladı, bir nûr-ı al içinde kaldı. Kaşları bir derece çatıldı ki nazarlarda:

İşve tutmuş dümeninden fitne girmiş araya

Gelmiş ebrular yine mestâne hançer hançere

Beytinde olan tasavvur-ı şâiraneyi tasvir ederdi. Gözleri, nûr-ı nazarının hiddetinden baktığı yerlere şerare (kıvılcım) saçar gibi görünürdü. Bu hal ile ufkun müntehi (sonsuz) olduğu dağdan kadem kadem aşağı inerek yanımıza gelmeğe başladı.

Ben ise, gönlümde bu vücûd-ı ruhanîye bir aşinalık, bir ünsiyet hissederdim. Kendi kendime derdim ki bu çehre mutlaka benim evvel gördüğüm bir simadır. Yine kendi kendime derdim ki bu ya peri, ya melek olacak; ihtimali var mıdır ki aramızda evvelden bir aşinalık bulunsun? Böyle itminan (güvenme) ve tereddüdden mürekkeb (oluşan) bir hal ile tarzına, tavrına, endamına, etrafına im’ân-ı nazar ederken bir de gördüm ki her adım attıkça reh-güzârına (geçitine) parça parça birçok zincirler dökülüp geliyor, o zaman bildim ki bu cism-i lâtîf fikirde hayâlini, levhada tasvirini temaşa ederek, cemâl-i hâtır-firîbine (gönül aldatan yüzüne) meftun (aşık) olduğum hürriyetin timsâl-i semâvîsidir.

Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet

Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten.

Senindir şimdi cezb-i kalbe kuvvet setr-i hüsn etme

Cemâlin tâ ebed dûr olmasın enzâr-ı ümmetten

Ne büyüleyici imişsin ah ey hürriyetin güzel yüzü

Aşkının esiri olduk, gerçi kurtulduk esaretten

Senindir şimdi kalbimizdeki cezbenin kuvveti, güzelliğini saklama

Güzelliğin tâ sonsuza kadar ümmetin bakışlarından gizlenmesin

Hürriyet, cemâate sadâsını lâyıkıyla ismâ’ edecek (işittirecek) kadar takarrüb edince (yakınlaşınca), yüksekçe bir kayanın üstüne çıktıktan ve etrafında olanları bir nigâh-ı gazab (öfkeli bakış) u (ve) tahkîr ile ezdikten sonra bir sayha-i zühre-şikâf (kulak sağır eden bağırma) eyledi. Zannettim ki:

Her ser-i mû der teneş bank-ı gazanfer mîzened

[Tenindeki her kılın ucu arslan gibi kükrüyor] hayali hakikat bulmuştur.

Mevcûdların ekseri yanlarında yıldırım patlamış mürgân-ı dehşetzede (dehşete düşmüş kuşlar) gibi yere kapandılar, çırpınmaya başladılar.

Hürriyet cemâatin bu hevl-i nâmerdânesini (namerdçesine korkusunu) görünce — buluttan henüz kurtulmuş berk-i çenende (çakan şimşek) gibi—bir mücessem (büyük) heyecan-ı âteşin kesilerek dedi:

“Ey hâbîdegân-ı gaflet (gaflet uykusuna dalan)! Ey me’lûfân-ı sefalet (sefalete alışkan olan)! Ey takayyüd-perestân-ı esaret (esaretin zincirlerine tapanlar)! Ey tezellül-perverân-ı cebânet (korkaklığın alçaklığını benimseyenler)! Ey mürtekibân-ı her mezellet (Rüşvet yiyen alçaklar)! Gözlerinizi sabah-ı mahşerde mi açacaksınız? Gerdeninizdeki (boynunuzdaki) kayd-ı esareti (esaret bağını) mâlik-i cahîme (cehennem görevlisi meleke) teslim etmek için mi saklarsınız? Bir dakika sonra bekasına emin olamadığınız hayatınız için mi ilelebed (sonsuza kadar) elsine-i nefret-i âlemde (mahlûkatın nefret lisanında) nâmınızı ibka edecek (bakîleştirecek) kadar korkarsınız?

“Çektiğiniz bâr-ı hakarete (hakaret yüküne) mîzân-ı kıyamette (kıyamet tartısında) sıkletinizi (ağırlınızı) göstermek için mi tahammül edersiniz? Heyhat!

“Ey hâbîdegân-ı gaflet (gaflet uykusuna dalan)! Sâni’-i kudret âsâr-ı rahmetini temâşâ için nazar vermiş. Siz o maşrık-ı hakikati setr ediyorsunuz da hayalinizle veya kulağınızla görmeye çalışıyorsunuz, gözünüz açık iken nâim oluyorsunuz (uyuyorsunuz), kapandıkça adeta meyyit (ölü) haline geliyorsunuz, içinizde en tecrübeli bir pirin fikir ve nazarı, iki gözü anadan doğma alil (sakat) bir çocuğun rüyası kadar hakikate isabet edemiyor.

“Efkârınızı uyandırmak için ihtiyar ettiğiniz fedâkârlık çarşaflarınızı yıkatmak için sarf ettiğiniz paraya tekabül etmez.

“Vücudunuzu rahat döşeğinden dûr etmeyiniz (uzaklaştırmayınız) ki leyâl-ı adem (yokluk geceleri) gelip çatıyor. “Çok zaman geçmeyecek ki gönlünüz meydan-ı sa’ye (çalışma meydanına) çıkmayı arzu eylese de vücudunuzu tahrik edemeyecek, gözünüz açılmak istese de göremeyecek, fikriniz taharrî-yi hakikate (gerçeği araştırmaya) başlasa da bir şey anlamaya muktedir olmayacak, yataklığınız demirden olsa da toprağa tahavvül edecek (dönüşecek). Uyuyunuz, uyuyunuz! Gaflet-i hayatı (hayattaki uyku) hâb-ı memâta (ölüm uykusuna) tebdîl (dönüşmesi) için bundan kolay tarîk (yol) yoktur...

“Ey me’lûfân-ı sefalet (Sefalete alışan)! Aziz-i Zülcelâl cümleyi dünyevî ve uhrevî-her türlü saadete mazhar olmak istidâdıyla (kabiliyetiyle) halk etmiş, siz karnınızı doyurmak için evlâdınızı aç bırakmaya tevekkül nâmı veriyorsunuz; kâsibler (kazananlar) hubb-ı İlâhîye (Allah’ın sevgisine) mazhar iken kut-ı lâyemut (ölmeyecek kadar gıdalanma) ile geçinmeyi kanaat zannediyorsunuz; insan için her şeyin sa’y (çalışma) ile hâsıl olduğu muhkemât (aklın kabul ettiği hükümlerle) ile mübeyyen (belirgin) iken sa’yden el çekmeyi makasıd-ı diniyye ve dünyeviyyenize (din ve dünya maksatlarınıza) medâr-ı münferid (tek sebep) bilirsiniz. Sürününüz, sürününüz! Çok sürmez ki siz de süründüğünüz yerler gibi hâk (toprak) olursunuz!

DÜZELTME VE ÖZÜR:

Rüya makalesinin dün çıkan giriş bölümünde karışıklık olmuş. Bu bölümün doğru şeklini veriyor, özür diliyoruz.

(Bin iki yüz seksen dokuz senesi Safer’inin on dördüncü gecesi (24 Nisan 1872) görülmüş bir rüyadır).

Bir dem-i gaflette bildin tâ zeval-i âlemi

Âlem-i rüyada çok gördün misal-i âlemi

Habdır nisbetle mazi subh-u istikbâline

Böyle tabir eylemiştir hayâl-i âlemi

(Bir uyuklama anında bildin tâ dünyanın sonunu

Rüya âlemini çok gördün rüyanda

Mazi, geleceğin sabahına nisbetle uyku gibidir

Hayal âlemini böyle yorumlamıştır)

Bir akşam üstü boğaz içinde deryaya nazır bir bağ köşesine gitmiş, garibâne pencerenin köşesine oturmuştum. Hayalime ahval-i âlem (dünyanın halleri), gönlüme bir garip elem geldi. Tenezzüh (gezinti) için etrafa baktım gördüm ki 

“Yemm eşk-i ediban gibi aheste-revolmuş

Bâdâh-ı garibân gibi gamgîn ve ciğergâh

Eşcârda bir savt-ı  hazin var idi güya

Gönlüm gibi eyler idi hasret ile âh!”

(Deniz ediplerin gözyaşı gibi sakindi

Gariplerin rüzgârı gibi hüzünlü ve ciğeri yaralı

Ağaçlarda bir hüzünlü ses var idi güya

Gönlüm gibi eyler idi hasret ile âh )

Derya o kadar lâtîf ve rakîd (durgun) idi ki üzerinde olan ufak ufak mevceler (dalgalar) koyu yeşil bir çemenzâra (çimenliğe) konmuş bir beyaz güvercin alayı zan olunurdu. Hava o kadar aheste vezân (esinti) olurdu ki yaprakların hareketi ciğerpâresinin rahatı için gece uykusundan mahrum olmuş bir şefkatli validenin kalbi söylediği ninnilerden dağınık saçlarına gelen ihtizazlar (titreyişler) gibi fark olunur olunmaz derecelerde idi.

Okunma Sayısı: 3782
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Kaan

    5.1.2017 22:54:36

    Şimdi gördüm devamı varmış :-)

  • Kaan

    5.1.2017 22:52:32

    Devamını bekliyoruz

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı