Toplumun huzuru için ferdin hakkı feda edilebilir mi?
Asayişin korunması için ferdî haklara kısıtlama getirilebilir ve kişi hakları yok sayılabilir mi?
Bu sorular günümüzde ferdi ve toplumu ilgilendiren temel konulardır.
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) fıkhı “kişinin hak ve sorumluluklarını bilmesi” olarak tanımlar ve “marifetu’n-nefsi mâ lehâ ve aleyhâ” yani “nefsin lehindeki ve aleyhindeki hak ve sorumluluklarını bilmesidir” der.
Böylece ferdin hak ve sorumluluklarının şuurunda olması adaletin tecellisi için ön şarttır ve toplum nizamının da temelidir.
**
Hakkın kullanımı kişinin keyfine bırakılmamış, bir ödev ve sorumluluk olarak kişiye yüklenmiştir. Bu sebeple “Ef’âl-i Mükellefîn” fıkıh/hukuk kitaplarının başında yer alarak mükellef olan bütün ferdleri kapsadığı ifade edilmiştir.
Buna göre ferdin her davranışının dinde dünyevî ve uhrevî bir karşılığı ve sorumluluğu vardır. Bir davranış ya farzdır, ya haramdır veya mekruhtur veya sünnettir veya mübahtır. Kişi farz ve haramlardan sorumludur. Farzlar ve haramlar böylece hukukun temel prensiplerini teşkil eder. Her ferdin kendisine farz ve haram olan hususları öğrenmesi de farzdır, terki büyük günahtır.
Dinde sorumluluk ferdî, yani şahsîdir.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de dünyadaki bütün amellerinden kişileri “ferden fedâ” (Meryem Sûresi, 19: 80, 95; En’am Sûresi, 6: 94.) hesaba çekecektir. Bu sebeple insan hak ve hürriyetleri kişiye hastır.
**
Yüce Allah insana temel hakları verdiği için sorumluluk da yüklemiştir. Haktan söz edip sorumluluğun olmadığı yer ancak Cennet hayatıdır. Kişinin hür olması, bütün haklarını kullanabilmesi için kimsenin değil sadece Allah’ın kulu olması gerekir. Zira Allah’a kul olmayan ister istemez mahlûkata şöyle veya böyle köle olmak zorunda kalır.
Hürriyet, baskının olmaması, kimsenin baskısı altına girmemek ve başkalarını baskı altına almamaktır ki bu Kur’ân-ı Kerîm’de “Dinde zorlama yoktur” (Bakara Sûresi, 2: 256.) âyeti ile sabit olmuştur.
Bediüzzaman Said Nursî (ra) bu hususu şöyle izah eder: “Rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat’a hizmetkâr olan adam, tezellüle tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye, izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüzü dahi şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derecede hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet...” (Münâzarât, 2012, s. 144.)
**
Şahıs toplumun bir ferdidir. Hür toplum, hür şahıslardan oluşan toplumdur. Aynı şekilde adil toplum da adaletli şahıslardan meydana gelen toplumdur. Bozuk fertlerden bozuk toplumlar meydana gelir.
Çare, hak ve hürriyetlerini bilen ve koruyan şahısların yetiştirilmesidir.