45 senelik bir arkadaşım olan İsmail Kahraman’ın anlattıklarından iki örnek davranışı nazarlarınıza sunmak istiyorum.
İlk örneğimiz şöyle: İsmail kardeşimizim rahmetli dedesi Hüseyin Kahraman, her zaman insanlara tasarruflu olmayı tavsiye eden ve bu konuda sık sık etrafını uyaran bir kişiymiş. Köy yerinde aynı zamanda varlıklı bir ailedenmiş. Bir gün kasabadan elinde bir paketle geliyor. Ertesi gün bakıyorlar ki, hacı amca yepyeni lacivert bir takım elbiseyi giymiş camiye geliyor. Namazdan sonra herkes şaşkın bir vaziyette hep beraber camiinin bahçesinde oturuyorlar. Çay ve sohbete başlayacaklar ama hepsinin kafasında bir şüphe ve bir soru. Nihayet birisi dayanamayıp hacı amcaya soruyor:
-Hacı amca Allah namazlarımızı kabul etsin. Bir sorum olacak.
-Buyur evladım sor bakalım.
-Sen bize hep tasarrufu tavsiye ederdin. Ama bakıyoruz ki bu yaşına gelmişsin yeni bir elbise diktirmişin. Senin neyine gerek bu yaştan sonra yeni elbise. Bu, senin tasarruf tavsiyelerine aykırı bir durum değil mi?
-Haklısınız evladım, benim yaşımdaki birine bu elbise bir lüks ve gereksiz bir davranış. Ama ben kendim için diktirmedim ki bu elbiseyi.
Bu söz üzerine çevredekiler daha da şaşırmış bir vaziyette;
-Ne demek şimdi bu. Hem başkasının diyorsun hem de giymişsin üzerine gezmeye çıkmışsın.
- Tamam dediğiniz doğru. Biliyorsunuz yaşım artık kemale erdi. Ne zaman geleceğini bilemem ama, ecelimin pek uzakta olmadığını da biliyorum. Şayet yakın zamanda ölürsem, bildiğiniz gibi elbiselerim fakir bir komşuya yani ihtiyaç sahibi birine verilecek. İstedim ki, madem bu olay olacak hiç olmazsa o gariban yeni bir elbise giysin Düşüncesiyle bu elbiseyi diktirdim.
Bunu dinleyen komşular bir kere daha hacı amcaya hak vererek böyle bir ince düşüncesinden dolayı teşekkür ve takdir ederler. İkinci örnek davranış: Hacı amcanın evinde baktıkları bir miktar koyun, keçi, davar vardır. Bir akşam evin gelini (arkadaşımın annesi) gelir Hacı amcaya der ki:
-Baba, bugün hayvanlar otlaktan gelirken komşunun tarlasına girmişler orada biraz otlamışlar, ne yapalım?
Hacı amca diyor ki:
-O zaman bir hafta süresince hayvanlardan sağdığın sütleri yaptığın yoğurtlar vs. yi o komşulara götüreceksin ve haklarını helal etmelerini söyleyeceksin.
Gelin, o akşam sağdığı sütleri alarak komşunun kapısını çalıyor. Ve komşularına kayınbabasının söyledikleri aynen tekrar ediyor. Komşuları:-
-Aman komşu hayvanların yediği ottan ne olacak. Hepsi helal olsun, bunları geri götür diyorlar.
Gelin de:
-Ben bunları geri götüremem. Hacı babam bir kere bir kelam ettimi bir daha geri dönmesi yoktur onun. Onun için siz bunları alın, bundan sonra da bir hafta müddetçe ben size süt ve yoğurtları getireceğim, sizlere afiyet olsun diyor.
Görüldüğü gibi iki olay iki ince davranış ve helal/ haram korkusu.
İşte bizim insanımız böyleydi. Ne oldu da Müslüman toplumumuzda bu tür davranışları göremez olduk diye sorduğumda, benim aklıma ilk anda şunlar geliyor:
Bunlar eğitim sisteminin devamlı değişmesinden, eğitim sisteminin dinimize ters düşmesinden, batı ülkeleri düşüncelerinin toplumumuza sinsice enjekte edilmesinden ve Müslümanların dinlerini gerçekten yaşamamalarından kaynaklandığını düşünüyorum.
Eğer biz ahlâk-ı İslamiye’nin hakikatlerini tam olarak yaşayabilsek, bırakın kendi insanımızı, sair dinlerin bağlıları bile İslamiyet’e dalga dalga girecek ve onlar da bu dinin güzelliklerini yaşayacaklardır, vesselam.