Seçim sath-ı mailine girildi.
Bununla bağlantılı olarak:
Dahilî mücadele bir kat daha kızıştı. Gerilim yeniden tırmandı. Kin ve adâvet alabildiğine şiddetlendi.
Saldırganlık itibar, gaddarlık prim hesabına kayda geçiriliyor.
Birbirine karşı cephe alan partiler, liderler, adaylar, hatta keskin taraftarlar, yek diğerini vurmak için cephanelikleri boşaltıp mevzilere yığınak yapmaya başladı.
Sükûnet tavsiyesinin pek tesir etmediği, hatta kàale alınmadığı fevkalâde elektrikli, yüksek gerilimli günlerden geçiyoruz.
“Allah, encamımızı hayreylesin” diyerek, biz yine de üzerimize düşeni yapmaya gayret edelim.
Muhabbet zor, adâvet kolay
Mü’min kardeşine karşı muhabbet beslemek, onun yüzüne tebessümle bakabilmek, her ne kadar kolay ve basit gibi görünse de, bu vaziyeti takınmak ve bilhassa bu hali sürdürebilmek hiç de kolay değil.
Çünkü, bunun için en başta “düşman-ı gaddar” olan nefisle amansız bir mücadele vermek gerekiyor.
Evet, asıl zorluk burada karşımıza çıkıyor: Nefisle mücadele...
Bunu hakkıyla yapan, hele hele bunu uzun soluklu şekilde sürdürebilen, gerçek mânâda yiğittir, pehlivandır, kahramandır...
* * *
Din kardeşine karşı muhabbet yerine adâvet beslemek için ise, kendini zorlayıp nefisle mücadele etmeye hiç hacet yok. Zira, bu iş çok kolay.
Nefis ve şeytan, kişiyi böylesi bir meş’um yola sevk etmek için dünden razı. Hatta, bu hususta pek hazırlıklı idmanlı durumdalar.
Kin ve adâvet işinin kolaylığı da esasen buradan kaynaklanıyor.
Ne var ki, bu kolaylık için dehşetli bir maraz, bir hastalık ve bu lezzetli balın içinde öldürücü bir zehir vardır.
Bu halin veciz bir tarifini Üstad Bediüzzaman’ın Uhuvvet Risâlesi’nden iktibas edelim: “Mü'minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased; hakikatça ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduddur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.”
Bu hakikatli sözlere kimsenin pek bir itirazı olmaz. Hatta, fikren ve itikâden kabul de edilir. Lâkin, bunun gereğini yapmak ve inandığını nefsinde yaşamak bir nasip meselesidir.
* * *
Arada muhabbet ve uhuvvet bağları var iken ve bunları tahkim edip kuvvetlendirmek mümkün iken, yine de tutup kin ve adâvet yoluna sapmak, hakikat nazarında sakildir ve bir nevi aşağıya doğru yuvarlanmak gibidir.
Evet, sakil şeyler aşağıda olur.
Aşağı yuvarlanmak kolay, yukarı doğru tırmanmak ise zordur.
Bu zorluğu aşmak, aynı kudsî kaynaktan beslenenlerin elbirliği yapması, ittifak ve ittihad içinde hareket etmesiyle mümkün olur ancak.
Ne mutlu, böylesi zorluklara talip olan ihlâs, hamiyet, muhabbet ve gayret sahiplerine...
Yatıştırmalı, sulh için çalışmalı
Hâl-i âlem ortada. Mü’minler çatışıyor; bu hale bakan kâfirler ile münafıklar zevkten dört köşe olup adeta bayram ediyor.
Evet, kin ve adâvet yüklü ortadaki boğuşmalardan ehl-i İslâm büyük zarar görüyor, din düşmanları ise bundan istifadeye çalışıyor.
Onları sevindirmemeli. Sevindirmemek için de, mü’minler arasındaki gerilimi düşürmeye, husûmet ateşini söndürmeye, kabaran öfkeleri dindirmeye, yani taraflar arasında mümkün olduğunca sulh ve sükûnu temin etmeye çalışmalı.
En ehemmiyetli ve öncelikli vazifemiz bu. Neticesi, Cenâb-ı Hakk’a ait. Biz, üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz. Gerisini Âlemlerin Rabbine havale ederiz. O, hakkımızda en iyi, en doğru olanı yapar.
***
BÖYLESİ HİÇ GÖRÜLMEDİ
Yalan ve iftiranın daniskası
Sultan Abdülhamid isimli kitabın 22-23. sayfalarında yer alan birkaç cümlenin kupürünü görmektesiniz.
Dost maskeli K. M.’ye ait kitabın ilgili sayfalarında, Bediüzzaman Said Nursî'nin âhir ömründe Sultan’a muhalefet etmekten nedâmet/pişmanlık gösterdiği...
Tam bir gizlilik içinde Urfa'ya doğru ölüm seyahatine çıkarken (Mart, 1960), yolunu değiştirip Ankara'ya uğradığı, Abdülhamid'in torununu ziyaret edip dedesi adına ondan helâllik dilediği...
Daha da vahimi, 1911’de Sultan Reşad'dan Medresetüzzehra'nın tesisi için yardım aldığı ve hayatının sonuna kadar bu para ile yaşadığı, hiç ipe-sapa gelmez delil veya gerekçelerle ifade ediyor.
Bu tür yalan ve iftiraları Said Nursî'yi idam etmek isteyen harbî düşmanları dahi icat edebilmiş değil.