Mondros Ateşkes Antlaşmasının geçici hükümleri gereği “Nihaî barışa kadar güvenliği sağlamak maksadı” ile İstanbul’a gelen İngiliz kuvvetleri, her bir bahane ile şehri işgal etmeye yöneldi. Bu işgal, sadece siyasî ve askerî yönden ibaret değil. Dinî, sosyal, kültürel, yayın ve haberleşme yönünden de İstanbul ve çevresini işgal etme politikalarını uyguladı.
Bir taraftan, Şeyhülislamın bile dahil olduğu İngiliz Muhibban Cemiyetini kurdururken, bir taraftan da, millî duyguları uyuşturmak için bedava içki dağıtımını yaptı. Avrupa’dan gemiler dolusu getirtilen alkollü içecekler, bilhassa balıkçı barınaklarında kalanlara ve sahile yakın yerde oturanlara kasalar halinde bedava verdiler. (Bazı barınaklarda, o dönemde başlayan alkol alışkanlığı, maalesef yer yer bugün de devam ediyor.)
İstanbul’da, Trakya ve Anadolu’nun bilhassa kıyı bölgelerinde günden güne yaygınlık kazanan alkol kullanma fâciası, hamiyet sahiplerini harekete geçirdi. Bu maksatla 5 Mart 1920’da İstanbul merkezli olarak Yeşilay Cemiyet kuruldu. Nitekim, Bediüzzaman Hazretleri de bu hayırlı hizmetin içinde yer almış oldu.
Bu hatırlatmalardan sonra, şimdi “günün tarihi”ne kısa bir atf-ı nazar edelim.
*
Adına “Men–i Müskirat Kànunu” denilen “Sarhoşluk veren içeceklerin yasaklanması”na dair kanun, 14 Eylül 1920 tarihinde Millet Meclisi’nde kabul edildi. Kanun maddesinin görüşülmesi esnasında Meclis’te şiddetli münakaşalar oldu. “İçki serbest olsun” diyen grubun başkanı Mustafa Kemal ile “İçki bütün ülkede yasaklansın” diyen Ali Şükrü Bey karşı karşıya geldi. O tarihte, Meclis’teki çoğunluk Ali Şükrü Beyden yana tavır koydu.
*
Yeşilay’ın kurulduğu tarihte (5 Mart) henüz İstanbul’da bulunan Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, bu hayırlı kuruluşa büyük destek verdi. 16 Mart’taki kanlı işgalin ardından, diğer mebuslar gibi o da Ankara’ya gitti ve burada yeni teşkil olunan Meclis’te Yeşilay’ın manasına olan bağlılığını aynen devam ettirdi.
Nitekim, Meclis’te görev alır almaz, içki ve işret gibi haramların ülke genelinde yasaklanması yönünde bir kànun teklifi hazırladı.
Söz konusu kànun, yapılan uzun görüşme ve tartışmalardan sonra, 14 Eylül’de kabul edildi. Bilâhare de, “22 no’lu kànun maddesi” olarak tatbik sahasına konuldu.
Bu meselede önemli bir nokta şudur: Padişahın ve Şeyhülislamın arkasında durduğu İstanbul hükümetinin zayıf kaldığı böylesine mühim bir konuda, Ankara’da henüz teşkil olunan Anadolu hükûmetinin (I. Meclis) müsbet tesiri pek güzel göründü. Bu da gösterdi ki, millî iradenin temsil yeri artık İstanbul değil, Ankara ve Anadolu’dur.
*
Aynı tarihlerde telif edilen Tulûât isimli eserinde, Üstad Bediüzzaman bu kànun çerçevesinde gelişen hadiselerden şöyle bahseder: “Câ–yı dikkattir ki: Merkez–i Hilâfet ulemâsı ve Dârül–Hikmeti ve Zabıta–i Ahlâkıye ile, fuhş, işret, kumar gibi kebâiri izâle değil, tevkif (dahi) edemediler. Anadolu Hükümetinin bir emri ile, bütün işret, kumar gibi kebâirler men’ edildi.” (Eski Saîd Dönemi Eserleri)
*
Dindar ve demokrat bir şahsiyet olan Ali Şükrü Bey, 1923 yılı başlarında, bir sûikast neticesi Çankaya muhafız komutanı Topal Osman’a öldürtüldü. Bir sene sonra da, yani 9 Nisan 1924 tarihinde içki yasağı yürürlükten kaldırıldı.
İçki tüketimi, o tarihten itibaren serbest bırakılmanın da ötesinde, içilmesi adeta teşvik edildi. O günden bugüne “Sarhoşluk veren maddelerin tüketimi” ile hâsıl olan maddî ve mânevî zararın hesabını yapmak, dolayısıyla bu vebâlin altından kalkmak pek mümkün görünmüyor.