Avustralya Nur Vakfının dâvetlisi olarak yaptığımız iki haftalık seyahat esnasında dikkatimizi çeken hususları sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz.
Hemen bir tasrih ile başlayalım. Aborjinler, Avustralya’daki en eski yerliler olmakla beraber, günümüzde genel nüfusun ancak yüzde 3-4’ünü teşkil ediyor.
Aborjinler’in dışında, yine yerli sayılan daha başka unsurlar da var ki, bunların yekûnu yüzde 30’u geçtiği ifade ediliyor.
Ülkenin geneline hâkim olan beşerî atmosfer ise, İngiltere ve İngiliz rengini yansıtıyor. Başta trafik kaideleri olmak üzere, birçok sahada bunu bâriz şekilde görmek mümkün.
Bununla beraber, eski Britanya kolonisi-hatta sömürgesi durumunda olan Avustralya kıt’ası ve ülkesinin günümüz itibariyle İngiltere Krallığına olan bağlılık derecesi “sembolik” olmaktan öteye pek gidemiyor.
Dolayısıyla, burada yepyeni ve giderek daha da bağımsız hale gelen “insan merkezli” bir medeniyet inşa ediliyor.
Kıt’anın ekser nüfusu, mâlûm İngiliz tahakkümünü hemen hiç hissetmeksizin hayatını hür ve serbest şekilde idame ettiriyor.
Yeni kıt’ada İslâmın nuru
Üstad Bediüzzaman’a ait şu veciz sözü zikrederek devam edelim:
“Çok emarelerle, hem Şark’ta, hem Garp’ta, Avrupa içinde bir İslâm devleti çıkacak.” (Emirdağ Lâhikası, S. 345)
Bu sözde vurgulanan bir nokta uzun zamandır zihnimi meşgul ediyordu. Avustralya’yı yakînen görüp tanıdıktan sonra ise, o düğümlü noktanın kısmen de olsa çözülmeye, vüzûh peyda etmeye başladığını hissettim.
Zihnimi meşgul eden nokta, cümlede geçen “Hem Şark’ta...” tâbiriydi.
Neden “Garp’ta” değil de “Şark’ta” tâbirine takılıyordum?
Sebebi şudur: Biliyorsunuz, II. Meşrûtiyetin daha ilk yıllarında İstanbul’da Mısır’daki El-Ezher Müderrisi Şeyh Bahid ile karşılaşan Üstad Bediüzzaman, o zâtın "Osmanlı hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkında fikrin nedir?" şeklindeki bir soruya şu cevabı verir: "Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyete hâmiledir. O da bir İslâm devleti doğuracak." (Age)
1908’lerdeki bu cevaptan, Garp dediğimiz Avrupa’da bir İslâm devleti doğacağı müjdesini anlıyoruz.
Muhtelif emarelerden de, o devletin “Bahtiyar Almanlar”ın ülkesi olan Almanya olduğu kanaatine varıyoruz.
Ne var ki, o tarihten kırk sene sonra telif edilen Emirdağ Mektuplarında ise, Avrupa bağlantılı aynı müjdeli fikir ve kanaate “Garb”ın yanı sıra ayrıca “Şark” tâbiri ilâve edilmiş.
Bundan anlıyoruz ki, Avrupa kaynaklı ve bağlantılı olarak hem Batı’da, hem de Doğu’da İslâmî devletler zuhûr edecek.
İşte, Avustralya, Doğu’da ve hatta güneşin doğduğu cenahta yer alıyor.
Bu ülkenin İslâmlaşmasının önünde ise, ciddî hiçbir engel görünmüyor.
Dahası, başta Sydney ve Melbourne gibi büyük şehirleri olmak üzere, ülkenin hemen her tarafında İslâmî mâbedler ile dinî ağırlıklı ilim, kültür ve sosyal hizmetlerin verildiği tesisler, mektepler, külliyeler yer almaktadır.
İnanılması zor ama, gerçek şu ki: Bütün bu hayırlı faaliyetlere belediyeler ve ilgili hükûmet birimleri engel çıkarmak değil, tam aksine maddî-mânevî yardımlarda bulunuyor.
İşte, o hayır kurumlarından biri de hiç şüphesiz Avustralya Nur Vakfı’dır ki, deruhte ettiği ulvî hizmetler, o ülkenin en yüksek makam ve meclislerinde dahi tebriklerle, takdirlerle yâd ediliyor.
(Devamı var)
Geniş katılımlı konferansların dışında, Avustralya’daki aziz okuyucularımızla günün muhtelif saatlerinde ayrıca özel sohbetlerimiz oldu.
Avustralya Nur Vakfı merkez binasının ana giriş cephesi.
@salihoglulatif’ten: Medyatik bir şahıs, “Said Nursî, Risâleleri için ‘Kur’ânın indiği arştan indi’ diyor” şeklinde, iftiralı bir cerbezede bulunmuş. Bu tür isnatlara karşı 1. Şuâ’da şunları zikrediyor, Üstad Bediüzzaman:
Risâletü’n-Nur sâir telifat gibi ulûm ve fünûndan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur. Telif olduğu vakit hiçbir kitap müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’âniden ve âyâtının nücûmundan, yıldızlarından iniyor, nüzûl ediyor.