Milletimizin gönül verdiği ve büyük bir hassasiyetle takip ettiği Ayasofya meselesi, bundan altı-yedi sene evvel de ülke gündeminin ilk sıralarına kadar yükselip yerleşmişti.
Milyonlarca insan, “Ayasofya açılsın” talebine destek vermiş, imza kampanyasına hiç tereddüt etmeden iştirak etmişti.
Kampanya bilgileri, o tarihde Başbakan olan Erdoğan’ın önüne gidince, yine aynı cevabı vermişti: Sultanahmet Camii hele bir dolsun da, ondan sonra bakarız...
Erdoğan, hemen ardından Çamlıca Camii’ni gündeme getirmiş ve yoğunlaşan dikkatleri Ayasofya’dan buraya doğru kaydırmıştı.
Biz de o günlerde şu meâlde soru işaretli yazılar yazdık: Acaba hangi cami doldu taştı da, Çamlıca Tepesi’nde Türkiye’nin en büyük camii yapılıyor? Acaba hangi cami var ki, fetih sembolü olan Ayasofya ile eşdeğer tutulabiliyor? Acaba kaç cami bir Ayasofya eder? Acaba, acaba, acaba....
İşte bakın görün; altı-yedi sene sonra geldiğimiz yer, maalesef yine aynı nokta: Ayasofya’yı bırakın; Çamlıca’ya bakın.
Ne yazık ki dahası da var. Seçim mitingi esnasında bazı vatandaşların “Ayasofya açılsın!” tezâhüratları karşısında konuşmasının seyrini değiştiren Erdoğan’ın ağzından şu tarz ifadeler çıktı: Hem Sultanahmet’i doldurmayacaksın, hem tutup “Ayasofya açılsın” diyeceksin! Şu hale bakın! Tezgâh bu, tezgâh! Sakın ha bu tezgâha gelmeyin! ...Namussuzlar istiyor diye, biz bu konuda adım atmayız.
Aslında, bir cihette sözün bittiği nokta, yahut tuzun koktuğu yer burası....
Bu dâvânın peşini asla bırakmayız
Tabiî, başkası ne derse desin, ne yaparsa yapsın, biz yine inandığımızı söylemeye hiç çekinmeden devam eder gideriz. Herkesin mükellefiyeti kendine...
Bizim açımızdan, bu vatan ve milletin en mühim meselelerinden biridir Ayasofya. Dolayısıyla, bu ulvî dâvâdan vazgeçmek, yahut peşini bırakmak gibi bir niyetimiz yoktur. Esasen, böyle bir tercihte bulunma lüksümüz de yoktur. Hülâsa, asla ve kat’a vazgeçmeyiz biz bu haysiyet dâvâsından.
Ayrıca, şuna da inanıyoruz ki, Ayasofya ne halde ise, bu vatanın ve hatta bir cihette İslâm dünyasının durumu da aşağı-yukarı aynıdır.
Hemen her vesileyle nazara vermeye çalıştığımız bir diğer husus, Üstad Bediüzzaman’ın devlet ve hükûmet erkânına ifâ edilmesi gereken işler ve hedefler noktasında “Ayasofya’nın ibadete açılması” meselesini önemle zikretmiş olmasıdır.
İşte o ehemmiyetli beyanlardan birini, en ağır şartlar altında yargılanmış olduğu Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’nde şu sözlerle dile getiriyor: “Bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişânı ve kılıçlarının pek büyük ve antika bir yâdigârı olan Ayasofya Camii...” (Bkz: 14. Şuâ)
Evet, İslâmiyette “kılıç hakkı” diye bir hakikat var. Ayasofya’nın fetih sembolü olarak camiye çevrilmesi, aynı zamanda kılıç hakkının bir hediyesi bir yâdigârıdır.
Ama, Ayasofya meselesi, sadece bundan ibaret değildir. Meselenin daha başka yönleri ve boyutları da var ki, tamamını ifade etmek bir köşe yazısının hacmine sığacak gibi değil.
Velhâsıl, Ayasofya, kâmil mânâda hak ve hürriyetine kavuşuncaya kadar gündemimizde ve takibimizde olmaya devam edeceği gibi, Allah’ın izniyle bir gün mutlaka “vaziyet-i asliyesi”ne kavuşacağı ümidindeyiz. Tabiî, bu bir nasip meselesi ve bakalım, bu ulu mâbedin ibadete açılması şerefi kimlere nasip olacak...