Hayatımda lisân ve özellikle Türkçe’nin sırlarına, inceliklerine dair zevkle, şevkle, severek ve isteyerek kitaplarını okuduğum edebiyatçıların başında Nihad Sami Banarlı geliyor.
Onun kitaplarını bana sevdiren sebeplerin başında ise, tahlil ve analizlerinin Risâle-i Nur’un ulvî lisânıyla büyük ölçüde örtüşmesi, hemen hiç ters düşmemesi gelir.
Evet, Risâleleri belki okumadığı halde, yorum ve değerlendirmelerinin çoğu, sanki doğru ve halis Türkçe’nin Risâle-i Nur’un lisânı tarzında olması gerektiğini anlatıyor olması, doğrusu beni ziyadesiyle etkiledi.
İşte, bu değerli ve mümtaz edebiyat ustası, bundan 44 sene kadar evvel aramızdan ayrıldı: 13/14 Ağustos 1974’te vefat etti. Mezarı Rumelihisarı’ndadır.
Cenâb-ı Hak ondan razı olsun, ona rahmet ve mağfiret eylesin.
Kısa biyografisi ve Türkçe’nin Sırları
Banarlı, 1907’de İstanbul Fatih’te doğdu. Babası Mutasarrıf İlyas Sami Bey, annesi Hafize Nadire Hanımdır.
İlk ve orta tahsilinden sonra Yüksek Öğretmen Okuluna gitti. Ardından, İÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Uzun yıllar muhtelif liselerde ve bilâhare üniversitede edebiyat dersi hocalığı yaptı.
1972’den itibaren yayımlamış olduğu “Kubbealtı Akademi Mecmuası”nın Müdürlüğü görevinde bulundu.
Türk dili ve edebiyatına dair unutulmaz eserlere imza attı. İşte, onlardan biri de "Türkçenin Sırları"dır. Bu kitap, Türkçe lisanı üzerinde yıllarca yapılan araştırmaların; duyulan his ve heyecanın ve samîmî bir Türkçe sevdâsının, yerine göre hem konuşma dili, hem gazete üslûbu, hem de akademik bir lisânla yazı hâline getirilmiş bir dil ve edebiyat manzumesi gibidir.
Şimdi, her fikrine ve her yazdığına aynen katılmamakla ve hatta bir kısmını eleştirmekle birlikte, yine de ağırlıklı olarak takdir ve tebrik hisleriyle baştan sona okuduğumuz söz konusu "Türkçenin Sırları" isimli eserinden kısa bazı bölümler aktaralım.
Diller ve milletler
Bir dilin kelimelerini hor görmek, hakir görmek, hele şu veya bu politik veya ideolojik sebeple dilden atılabilir görmek, en az, onların oluş ve yontuluş tarihini bilmemekten, hatta sevmemekten doğan büyük bir gaflettir. Çünkü, milletlerin olduğu gibi, kelimelerin de tarihi vardır.
Bir milletin ataları, asırlarca o kelimelerle doymuş, onlarla düşünmüş; birbirlerini ve evlâtlarını o kelimelerle tamamıyla millî bir san'atla işleyip Türk(çe) yapmışsa, evlâtlar, artık o kelimelere düşman kesilemezler."
* * *
Diller, milletlerin en aziz, en tılsımlı, en kıymetli servetleridir. Çünkü dillerin bir ses güzelliği ile dalgalanıp bir duyurma, anlatma ve inandırma gücüne ulaşmaları, kısa zamanda olmamıştır. Çünkü yeryüzünde diller kadar millet fertlerini birbirlerine bağlayan, onlara birbirlerini sevip anlamakta, hele sevgilerini dile getirmekte aziz yardımcı olan başka kuvvet mevcut değildir.
Bir tarih boyunca ordu ordu insanları, savaş meydanlarından geçirerek, zafere, gazi veya şehit olmaya koşturan cihangirler, büyük başarılarını, birçok da, savaşçılara duyurabildikleri hitabet dilinin büyüleyici güzelliğiyle kazandılar.
* * *
Kelimeler canlı birer varlıktır. Doğarlar, yaşarlar, gelişirler ve ölürler. Yer, harf ve nesne isimleri de buna güzel birer örnektir.