Bugün günlerden “Dünya Basın Özgürlüğü Günü” imiş...
20 Aralık 1993 tarihli Birleşmiş Mİlletler Genel Kurulu toplantısında, her yıl 3 Mayıs gününün dünya çapında bu maksatla anılmasına karar verilmiş.
Karar, elbette iyi, hoş, güzel...
Ama, bunun daha çok kâğıt üstünde kalıyor olması, aynı şekilde hüzün verici.
BM’de 26 yıl önce alınan “Basın Hürriyeti”ne dair şu mübarek karar, sanki Türkiye’ye hiç uğramamış, yahut teğet geçmiş gibi...
Elli yıllık bir basın kuruluşunun çalışanı ve fiilen kırk yıllık bir basın mensubu olarak, kendimi(zi) kesinlikle “hür ve serbest” görmüyor ve hissetmiyoruz. Bilhassa son yirmi senede “kazanılmış haklar”da daha bir geriye gittiğimizi yaşayarak görüyoruz.
Durum-vaziyet, ne yazık ki öyle... Uygulanan haksızlık, adâletsizlik had safhada.
Bu zaman zarfında, ayrıca sayılamayacak kadar çok sayıdaki medya kuruluşunun ve bilhassa siyasî, fikrî sahada neşriyat yapan gazetelerin kapanması; daha da önemlisi, basın-yayın mesleğine hayatını vermiş pekçok meslek erbabının işten atılması, yahut işsiz kalması, söz konusu acı gerçeğin en açık, en bâriz bir göstergesidir.
Oysa, hür basın, hürriyet ve demokrasinin de “olmazsa olmaz” unsurlarından biridir.
Bir başka ifade ile denilebilir ki: Demokratik bir ülkede, basın-yayın çalışanları ne derece hür ve serbest ise, var olduğu kabul edilen demokrasinin gücü, kuvveti, itibarı da o kadardır.
* * *
“28 Şubat Süreci”nde, medya sektörü üzerinde ciddî bir baskı uygulanıyordu.
Emin olun, kendi penceremizden baktığımızda, özellikle son yıllarda uygulanan baskıcı politikalar, o dönemin nefret uyandıran uygulamalarını dahi geride bırakmış derecede görüyoruz. Açıkçası yaşıyoruz: Basın kartı meselesi, basın ilân hakkı, hizmet pasaportu işlemleri, akredite meselesi, vs...
Bu söylediklerimizi bir “kuru iddia” şeklinde gören ve öyle değerlendirenler de olabilir. Ama, bilhassa son 8-10 yıllık tabloya bakıldığında, her şeyin apaçık şekilde anlaşılacağı, görülebileceğine inanıyoruz.
İşte, bu süreç içinde Türkiye’de pekçok gazete ve derginin ardı ardına kapanması bir yana, var olanların da el değiştirmek sûretiyle tekelleşip kartelleşmesi ve daha ziyade siyasî otoritenin “emir ve komuta”sı altına bir şekilde girip teslim olması, yaşanan trajedinin en acıklı safhasını teşkil ediyor.
Bu trajedinin “dip noktası”nda ise, ayrıca “Kalemini satan, aklını kiraya veren, meslek nâmusunu beş paralık eden...” bazı itibarsız meslektaşlarımızın bulunduğunu da, bilvesile burada hatırlatmış olalım.
* * *
BM’nin, 3 Mayıs’ı “Dünya Basın Özgürlüğü Günü” ilân etmesinin önemli sebep ve gerekçeleri arasında şunları görmekteyiz:
1) Basının, “hürriyet ve demokrasiyi korumak”taki rolünü vurgulamak,
2) Gazetecilik ahlâkını ön plâna çıkarmak,
3) Basına sansür ve gazetecilere hapis cezası uygulanan ülkelere bir mesaj vermek.
4) Özellikle, vazife başında vurulan, yahut öldürülen gazetecileri anmak ve bu hadiselerle bağlantılı olarak yetkili kişi ve mercilere sorumluluklarını hatırlatmak.
5) Dünya çapında ve ülkeler bazında yaşanan ve yaşanmakta olan kayda değer gelişmeleri (ülkelerin basın karnesini) istatistikî bilgiler eşliğinde nazara vermek.
O halde, biz de ümit ve temenni edelim ki: “Hür basın” için BM tarafından tesbit ve kabul edilmiş olan iyi niyetli güzel kararlar, hem ülkemiz, hem dünya genelinde fiiliyatta da tatbik sahasına konulsun ve artık herkes kendi vazifesini hakkıyla yerine getirebilme imkânına sahip olacak bir hürriyete kavuşsun.