"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman ve Halkçılar (2)

M. Latif SALİHOĞLU
07 Temmuz 2017, Cuma
Bu ikinci bölümün hemen başında, üç önemli noktanın daha altını çizerek konuya öyle devam edelim.

BİR: Üstad Bediüzzaman’ın hiçbir sözünden, siyâseten “Halk Partisini tercih” hükmü veya mânası çıkmaz. Eski, Yeni ve Üçüncü Said’in yazdıkları meydanda. Kimse çıkıp da aksi yönde bir delil bulamaz, getiremez... Demokratları tercih eden Said Nursî, onlara da Kurân’ın kànun-i esâsisi olan “Velâ teziru...” âyetini sıklıkla hatırlatarak şu mesajı vermiştir: Suç, şahsîdir. Bir suçlu yüzünden, onun ailesini, akrabasını, partisini cezalandırmayın. Zira, toplu cezalandırma zulme, hatta “vahşî irticaya” yol açar.

İKİ: Özellikle 1950 öncesi çeyrek asırlık dönemde, Said Nursî başına ne geldiyse, bu zâtın Halk Partisi kurucu reislerine dost olmaması, dahası, aralarında “küllî bir muhalefet”in olması sebebiyle gelmiştir. Bediüzzaman’ın çektikleri bir yana, o parti milletin tamamına öyle affedilmez şeyler çektirmiş ki, “Bu asîl Türk milleti, ihtiyariyle o partiyi kat’iyyen iktidara getirmeyecek” denilmiş.

ÜÇ: Bediüzzaman, bütün bu olup bitenlere rağmen, Halk Partisini tamamiyle reddetmiş, gözden çıkarmış, defterden silmiş değildir. Onların vicdanlı kısmına, daima dinin, vatanın, milletin lehinde telkinlerde bulunmuş, mümkün mertebe “menfiden müsbete” doğru kanalize etmeye çalışmış; en-nihayet, eski hata ve kusurları terk etmek şartıyla, onların da vatanperver-milletperver olabileceğini ifade etmiştir.

* * *

Bu üç maddelik hatırlatmadan sonra, diğer detaylara bakalım.

Suçlu bir fert yüzünden bütün ailenin cezalandırılmasını, bir muhalif partili yüzünden bütün bir muhalefet partisinin hedef tahtasına konulmasını doğru bulmayan Said Nursî, bu noktadaki hassasiyetini tercihte bulunduğu iktidardaki Demokratlara da sıklıkla hatırlatarak, onları hak ve adâlet çizgisinde muhafazaya çalışmıştır.

Rövanşist bir yaklaşımla muhalif kesimden intikam alma cihetine gitmenin, vatan ve millete hiçbir fayda getirmeyeceği dersini de veren Üstad Bediüzzaman, kendisinin de öyle davrandığını, başta talebeleri olmak üzere bütün dostlarını haberdar etmiş, hatta bu noktayı “vasiyet” derecesinde tavsiye ederek, fevkalâde tesirli ve unutulmaz dersler vermiştir.

İşte, 25-30 yılı bulan zulümlü işkencelere rağmen “Konuşan yalnız hakikattir” başlığı ile yazılan o tesirli ve hakkaniyetli derslerden bazı sözler, cümleler, pasajlar...

* * *

Risâle-i Nur’da ispat edilmiştir ki: Bazen zulüm içinde adâlet tecellî eder. Yani, insan bir sebeple bir haksızlığa, bir zulme mâruz kalır, başına bir felâket gelir, hapse de mahkûm olur, zindana da atılır. Bu sebep haksız olur. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vâkıa, (İlâhî) adâletin tecellîsine bir vesile olur.

Ben şimdi düşünüyorum. Yirmi sekiz senedir vilâyet vilâyet, kasaba kasaba dolaştırılıyorum. Mahkemeden mahkemeye sürükleniyorum.

Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkûm etmeye uğraşıyor. O bırakıyor; diğer bir mahkeme aynı meseleden dolayı beni tekrar muhakeme altına alıyor. Bir müddet de o uğraşıyor, beni tazyik ediyor, türlü türlü işkencelere mâruz kılıyor. O da netice elde edemiyor, bırakıyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapışıyor. Böylece musîbetten musîbete, felâketten felâkete sürüklenip gidiyorum.

Allah’a binlerce şükürler olsun ki, yirmi sekiz senedir dini siyasete âlet ithamı altında, kader-i İlâhî, ihtiyarım haricinde, dini hiçbir şahsî şeye âlet etmemek için beşerin zâlimâne eliyle mahz-ı adâlet olarak beni tokatlıyor, ikaz ediyor; ‘Sakın’ diyor, ‘İman hakikatini kendi şahsına âlet yapma-tâ ki, imana muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor.’

İşte, Nur Risâlelerinin büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde husûle getirdiği heyecanın, kalblerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur, başka bir şey değildir.

Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risâle-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir.

Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musîbetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.

Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebemin (de) kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risâle-i Nur’a sadâkat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim.”

(Devamı var)

***

@salihoglulatif:

Şimâle müteveccih isen, O kıldığın namaz değil.

* * *

Düzgün görünümlü prototiplerle “yanlış yol”da yürümektense, yamuk adamlarla “doğru yol”da yürümeyi tercih etmeli.

Okunma Sayısı: 4309
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdullah TUNÇ

    7.7.2017 11:06:17

    Gözleri kör,kulakları sağır,kalpleri mühürlenmiş mealindeki ayeti kerimenin manası tam tecelli etmiş durumda '' Emin ve Feyzi'nin sordukları bir suale Üstadın vermiş olduğu cevapta ''siyasi geniş daireleri merak ile takip eden,küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder.'' Evet bu zamanda M E R A K L A R A D Y O vasıtasıyla CİDDİ ALAKADARANE kür-i arzdaki boğuşmalara MERAK edip bakanlar,dikkat edenler, maddi ve manevi pek çok zararları vardır: ya aklını dağıtı,manevi divane olur; ya kalbini dağıtır, manevi bir dinsiz olur ;ya fikrini dağıtır,manevi bir ecnebi olur.''Akli,kalbi ve fikri dağıtmanın boyutlarını görüyorsunuz değil mi? Evet merakla,ciddi ve alakadarane siyasi geniş daireleri radyo vasıtasiyle takip edenlerin içine düştükleri derin girdabı, manevi felakati ve iç tarhribatı bu kadar veciz ifade etmek o dahi-i azama aittir. Bugün radyonun yerini bin kata daha etkili olan televizyon ve sosyal medya almış durumda. Artık tahribatın boyutlarını siz hesap edin.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı