Türkiye’deki siyasetin düştüğü seviyeye bakın siz...
Yıllardır “Yükseliyoruz! İleri doğru gidiyoruz!” diye afra-tafra atan sözüm ona usta idarecilerin, nihayet gele gele çakılıp kaldığı şu “çamur siyaseti”in fitneli-ufunetli vaziyetine bakın siz...
Rakiplerden biri diğerine şöyle sataşıyor:
- Yahu, bir kere sen namaz kılıyor musun? Ne zamandan beri kılıyorsun, takiyyeci seni! Hani, camilerde çekilmiş resimlerin var mı hiç? Hadi göster bakalım!
Şimdi, Allah için söyleyin. Bu tarzda ve bu meâldeki sataşmaların kime ne faydası var? Siyasîlerin namaz, cami, ibadet gibi konularda birbirini sorgulaması doğru mu? Seçim meydanlarında yapılan bu türden sorgulama ve sataşmaların dine, vatana, millete bir yararı var mı?
Bakın, Allah etmesin, eğer böyle bir yol açılırsa ve bu yöntem revaç bulursa, hiç şüpheniz olmasın, bunun devamı aynen şu minvâl üzere gelecektir:
- Cumalara gidiyor musun?
- Beş vakit kılıyor musun?
- Oruç tutuyor musun?
- Sen Hacca gittin mi hiç?
- Kaç kere Umre yaptın?
- Zekât-sadâka veriyor musun?
- Teheccüt namazına kalkıyor musun?
- Kaç âyet, kaç hadis ezbere biliyorsun?
...Vesâire. Gören-duyan da zannedecek ki, millete hizmet edecek “siyasî yönetici” seçmiyoruz da “Şeyhülislâm seçiyoruz” hâşâ... Ya da Eyüpsultan Camii’ne imam...
Allah muhafaza, bu tarz bir gidişat, amelleri cayır cayır yakıp mahveden riyâya, gösterişe, gurura, tasannuya doğru götürür.
* * *
Bu meselede bizi hayretler içinde bırakan bir husus da şudur ki:
Nur Risâlelerini okuyanlar, normalde, dinin siyasete âlet edilmesini doğru bulmazlar. Böyle şeylere taraftar olmazlar ve asla prim vermezler. Mübarek ve mukaddes şeylerin umumun malı olduğunu, bunların “tahdit ve tahsis” kabul etmediğini ezbere bilirler.
Kezâ, seçim zamanı geldiğinde, adaylarda “salâhât”tan ziyade “maharet”e bakılması gerektiğini, dolayısıyla meseleye “Şeyhülislâm”ı seçer gibi bakılmaması icap ettiğini gayet iyi bilirler.
Ve fakat, bütün bunlara rağmen, yukarıdan beri sayıp döktüğümüz bütün o prensipleri çiğneyen, temel düstûrları alt-üst eden bazı siyasetçilere perestiş ettiklerine, affedilmez kusurlarını dahi türlü tevillerle hafifleterek onlara vargücüyle destek verdiklerine kemâl-i teessür ve teessüfle müşahade etmekteyiz.
Demek ki, o “dehşetli âhirzaman”ın bir tezâhürü de bu olsa gerek diyerek, bir recâ, bir teselli kapısı arıyoruz, yine de...
GÜNÜN TARİHİ: 20 Haziran 1481
İhtilâfın faturası
Bir cihan padişahı olan Fatih Sultan Mehmed’in oğulları “Cem Sultan” ile “Bayezid-i Veli”, babalarının vefatından sonra çok fecî ve bir o kadar da acıklı mücadeleye, muharebeye tutuştular.
Bu iki vâris arasında yaşanan çatışmaların en şiddetlisi ise, 20 Haziran 1481’de Bursa’nın Yenişehir Ovası’nda meydana geldi.
Kardeş savaşında mağlûp düşen Cem Sultan’ın geri çekilip yurt dışına gitmesine rağmen, iki taraf arasında yaşanan sıkıntının sancıları bitmedi; gaile, tâ Cem Sultan’ın vefat tarihi olan 1495'e kadar devam etti.
Bu zaman zarfında, âlem-i İslâm’ın en büyük bir hicrânı da Endülüs’te (İspanya) yaşandı. Kendi başının derdine düşmüş olan Osmanlı, o coğrafyadaki din kardeşlerinin yardımına gidemediği için, Endülüs’teki büyük dramlar yaşandı ve buradaki sekiz asırlık İslâm hâkimiyeti, müttefik Haçlı saldırıları ile sona erdirilmiş oldu.
***
@salihoglulatif:
Hayatta en vahim, en acıklı durumlardan biri de şudur: Şundan-bundan şikâyet edip duran bir kimsenin, asıl problemin bizâtihi kendisinden kaynaklandığını bilmemesi, görmemesi, anlamaması...