Şahsî hayatında, dinin emir ve yasaklarına uyup uymamanın karşılığı Dâr-ı Âhiret’tedir. Cezâ da, mükâfat da orada verilir.
Şu dünyada, hiç kimse bir başka kimseyi Rûz-i Mahşer’deki gibi sorgulayamaz; yapıp ettiklerinden dolayı sorgu-suâle tâbi tutamaz. Böyle bir hakkı yoktur; haddi de değildir.
Bu hakikatin tanzim ve ifade yeri “Tekellüm-ü İlâhî”den gelen ve “Sıfat-ı Kelâm”a istinad eden “Şeriat-ı Meşhûre” dairesidir.
Cezâsı gibi mükâfatı da bu dünyada görülen-verilen şeriat ise, “Vasf-ı İrade”ye istinad eden “Tekvinî Şeriat”tır ki, bir ismi de “Yaratılış Kànunları”dır: Buna kim uyarsa fayda görür; uymayan ise zarar eder, ceza görür.
(NOT: Bahsi geçen bu her iki şeriata dair daha geniş bilgi için, Lemâat’taki “El-Hakku ya’lu...” bahsine bakınız.)
* * *
Demek ki, özel hayat dairesi ile bağlantılı olarak yaşanan bilumum Cennetlik veya Cehennemlik hallerin (mükâfat veya mücâzat olarak) karşılığı bu dünyada kesilemez, verilemez. Aksi halde, Dâr-ı Âhiret’e ve Mahkeme-i Kübrâ’ya lüzûm kalmaz.
Hakikat-i hal bu merkezde iken, tutup insanları siyaset meydanlarında veya seçim kampanyaları esnasında âdeta “âhiret sorgulaması” tarzında sorgu-suâle tâbi tutmak, olsa olsa işin zıvanadan çıktığını göstermek anlamını taşır.
Yani, meselâ hiç kimse meydanlardan bangır bangır bağırarak bir başkasının namazını, orucunu, vesâir ibadetini Allah’ın kullarına şikâyet eder bir tazda eleştirip sorgulayamaz. Hele hele, bu türden bir sorgu-suâl polemiğini siyaset arenasına taşıyamaz. Taşırsa şayet, o kimse “aşk-ı İslâmiyet”i “aşk-ı siyaset”e fedâ etmiş demektir.
İşte, bu ve benzerî mânâdaki zarar ve tehlikelere karşı, bilmecburiyet siyasete temas etmek durumunda Bediüzzaman Hazretleri, hayatının iki ayrı safhasında pür endişe ile “Eyvâh!” diyerek, ümmetin fertlerine gerekli ikaz ve ihtarlarda bulunmuştur.
Birinci “Eyvâh”ı, 1909’da İttihad-ı Muhammedî Cemiyetinin kuruluş hengâmesine tevâfuk ediyor. Umuma ait olan bu “ism-i mukaddes”in, bir takım siyasî garaz ve menfaatlere âlet edilmesi tehlikesinden endişe ediyor. Hatta “Nihayet derecede korktum” diyor.
İkinci “Eyvâh”ı ise, 1948’de Fevzi Paşa’nın başkanlığında teşkil olunan ve dinî mukaddesatı siyasete âlet etme istidadı gösteren Millet Partisi’nin kuruluş safhasına denk düşüyor. Tam da o vetirede, siyasî ve içtimaî derslere ağırlık veren “Üçüncü Said” devresinin başladığını her tarafa duyurarak alenen ilân etmiş oldu.
Velhâsıl, bu her iki “Eyvâh”ın da öncelikli sebep ve gerekçesi, dinin siyasete âlet edilmeye çalışılmasıdır ki, bütün dost ve kardeşlerini bu noktada dikkat ve teyakkuz içinde olmaya sevk ediyor.
GÜNÜN TARİHİ: 21 Haziran 1037
İbn-i Sînâ
Bir çok ilim dalında yazmış olduğu müstesnâ eserleriyle çağları aşarak şöhretini günümüze kadar taşıyan Buhara doğumlu İbn-i Sînâ, 21 Haziran 1037’de İran’ın Hamedan şehrinde vefât etti.
İktisat Risâlesi’nde İbn-i Sînâ’nın ismi şu şekilde zikrediliyor: “İslâm hükemasının Eflâtun’u ve hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı, dâhi-i meşhûr Ebu Ali İbn-i Sînâ...”
Batı dünyasında da büyük kabul gören ve “Avicenna” ismiyle yâd edilen İbn-i Sînâ, vefat ettiğinde henüz 57 yaşındaydı. Cenâb-ı Hak, ona rahmet ve mağfiret eylesin.
***
@salihoglulatif:
İstanbul'un tarihî siluetini koruyamayan, bozan... Bu tarihî şehri betonarme kulelere boğduran zihniyet, 24 Haziran'dan sonra Millet Bahçeleri yapacakmış... Sen git, o yutturmaca rantiyecilik numaranı külâhıma anlat.