Felsefenin iki ana akımı var: Biri “Kur’ân’la barışık” olan, diğeri “Kur’ân’a muarız” giden felsefe.
Kur’ân ile barışık felsefe, Allah’ın varlığını-birliğini kabul eder. Hatta, kâinatın nizamı için bunu zarurî görür.
Kur’ân’a muarız bir yolda giden felsefe ise, Allah’ı tanımadığı gibi, vahyi de kabul etmez. Dahası, peygamberleri küçümseyerek dalâlet vâdisinde koşturur: “Peygamberler hiç zahmet çekmeden, hiç emek sarf etmeden yükseldiler, meşhur oldular; biz ise, çalışarak, araştırarak yükseldik” derler. Kibir ve enaniyet, muhakeme ufkunu daralttığı gibi, basiretlerini de bağlayıp düğüm attırmış.
*
Bir zamanlar dindar camia içinde kaldıkları halde, sonradan yollarını ayırıp felsefe ile kafayı bozmuş bazı düzenbazlar var. Onların konuşmalarını uzun uzadıya dinledim. Kendince çok mantıklı-tutarlı şeyler söylüyorlar ve güya insanların ufkunu açıyorlar.
Şunu hemen ifade edeyim ki: Hakkı-hakikati bilmeden bunları dinleyenlerin tesir altına girmeleri kuvvetle muhtemeldir. Zira, doğru ve tutarlı, câzip ve tumturaklı sözcüklerin arasına batıl yöne endeksli öyle pusulaları yerleştiriyorlar ki, tahkikî imana sahip olmayanların bu şeytanî tuzağı görmesi, fark etmesi kolay değil.
Burada dinleyenlerin işini zorlaştıran en sinsî tuzak da şudur: O düzenbazlar, bakıyorsun dokuz tane düzgün ve etkileyici cümle kuruyor; ama, araya bir tane de pusula koyarak, yüzde yüz kat’iyetinde zihinleri kıblenin tam aksi yönüne doğru sevk etmeye çalışıyorlar.
Kısaca, “doğru ile yanlışı aynı paket içinde sunmak” kadar aldatıcı bir şey olamaz. Münafıklığın en ustaca yapılan zehirleme numarasıdır bu…
*
Felsefe düzenbazlarının ahkâm kesercesine yaptığı konuşmaları dinlerken, Said Nursî, Nurculuk ve Nur Risalelerine dair söyledikleri bilhassa dikkatimi çekti. Baktım, bu konuda birbirine benzer şeyler söylüyorlar. Daha doğrusu, benzer yalanları, yanlışları, aslı astarı olmayan iddiaları hiç utanıp sıkılmadan sıralayıp duruyorlar. Öyle ki, yer yer kafalarının içine tükürmeden edemedim. Zira, çok akıllı diye geçinen bu heriflerin göz göre göre yalan söylemesi, hakikaten tahammül sınırlarını zorluyor.
*
Risale-i Nur hareketi ile Gülen hareketini aynîleştirerek konuşan o düzenbazlar, ayrıca şu tarz zırvaları dillendiriyorlar: “Said Nursî, dinî bazı meseleleri ve bilhassa imanî hakikatleri fenlerin diliyle, modernite ile, yahut aklî-mantıkî delillerle izaha-ispata çalışıyor. Bu bir zaaftır. Hiç hoşuma gitmeyen bir yöntemdir bu. Buna hiç gerek yok. Zaten bu yüzden Nur Risalerini okumadım ve Nur hareketinden hep uzak durdum…”
El-insaf yahu! Dinî ölçüleri koyan Allah da, fen ilimlerini koyan (haşa) başkası mı? İkisi de Allah’ın ayetleri, kanunları, namusları değil mi? Bunları nasıl birbirinden ayırmaya çalışırsınız? Yoksa, sırf Risale-i Nur’dan uzak durmak için kendince geliştirdiğiniz bir kılıf, bir gerekçe mi bu?
Hem, din ilimleri ile fen ilimlerinin birbirini teyid ve tasdik ettiğini ortaya koymanın ne zararı var ki, bu metottan bu kadar rahatsız oluyorsunuz?
Hem, dinî ilimler Cenab-ı Hakkın “kelâm sıfatı”na ve fen ilimleri de O’nun (cc) “irade sıfatı”na dayanmıyor mu?
Kezâ, siz “ism-i Hakîm”den ne anlıyorsunuz? Bu esma-i İlâhiye, her şeyi hikmet nazarıyla temâşâ etmeyi ve aynı nazar ile dinî-imanî meseleleri izah ve ispat etmeyi gerektirmiyor mu?
Hem meselâ size sorulsa ki “Cehennem nerededir?” Acaba, ism-i Hakîm’e müracaat etmeden, meseleyi izah ve ikna sadedinde ağzınızı açabilir misiniz?
Son söz yerine, Said Nursî’nin Sebilürreşad’da çıkan bir sözünü iktibasen sunalım: “Ben öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, manevî varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki, İslâm cemiyetinin ana direği budur.”