"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Harbe giremedik; Demokrasiye geçtik

M. Latif SALİHOĞLU
24 Şubat 2017, Cuma
Bir önceki yazıda, tek parti hükûmetinin 23 Şubat 1945’te almış olduğu “Savaşa katılma kararı”na rağmen, Cenâb-ı Hakk’ın vatan ve milletimizi dehşetli “harb belâsı”ndan muhafaza ettiğinden söz ettik.

Yine aynı sene (1945) içinde mazhar olduğumuz bir diğer İlâhî lütuf ve ihsan ise, Türkiye’nin—kerhen de olsa—Demokrasiye, yani çok partili sisteme geçmeye karar vermesi ve buna razı olmasıdır.

Bu gelişme, elbette ki öyle kolay olmadı. Ne var ki, başta Avrupa olmak üzere, dünyanın savaş sonrası girmiş olduğu yeni konjonktürel durum, Türkiye’yi böyle bir karar almaya mecbur etti.

Arada yaşanan (darbe-muhtıra dönemi) gibi bazı kesintilere rağmen, bugün de o büyük nimetten istifade ettiğimizin bilincinde olmalıyız.

Bu şuur ile beraber, o tarihte yaşanan siyasî ve diplomatik gelişmeleri de az-çok bilmekte fayda var... İşte, biraz öncesi ve sonrasıyla birlikte 1945’ler Türkiye’sinin bir panoraması.

Direnen despotluk kırıldı

Bilhassa 1923’ten itibaren ülkenin yönetimini ele geçiren Halk Partisi’nin despot kadroları, karşılarına ikinci bir partinin çıkmasını istemiyordu. Böyle bir serbestliğe zerrece olsun tahammülleri yoktu.

Bu partinin kurmayları, özetle:

* Baskıcı, despot, totaliter ve diktacı bir zihniyete sahip idiler.

* Demokrasiye inanmadıkları gibi, demokratik bir sisteme geçmek için de herhangi bir çaba göstermediler.

* Kendilerine muhalefet eden herkesi komünist, faşist, gerici, yobaz, yıkıcı, bölücü, vatan haini... olmakla itham ettiler.

* 1924'te ve 1930'da kurulan ve ömürleri çok kısa olan Terakkiperver ve Serbest Fırka gibi partilerin varlığı, tamamiyle göstermelik bir demokrasiden ibarettir. Dahası, Halkçılar, muhaliflerini bu metotla belirleyip onları kökten biçmeye yöneldiler.

1923'te başlayan baskıcı diktaya dayalı tek parti rejimi, 22 yıl müddetle aralıksız şekilde devam etti.

* * *

1945'te, yani İkinci Dünya Savaşı’nın nihayetine gelindiğinde ise, Avrupa ve dünyadaki konjonktür büyük ölçüde değişti.

Savaştan bunalan ve artık bitap düşmüş olan dünya devletleri, düşmanlıkları bir tarafa bırakarak, çok hızlı adımlarla huzura, barışa ve demokrasiye yönelmeye başladı.

Bu arada, yeniden doğabilecek muhtemel global felâketlerin önüne geçebilmek için, büyük ittifakları kurma çabalarına girişildi. Dünya çapında Birleşmiş Milletler ile Avrupa ve Amerika ölçekli NATO ittifakları gibi, başta güvenlik olmak üzere, insanlığın huzur ve barışına hizmet edecek büyük teşkilâtların kurulması kaçınılmaz hale geldi.

İşte, tam bu geçiş devresinde Türkiye'nin de bu ittifaklara şiddetle ihtiyacı vardı. Zira, üzerimizdeki Sovyet Rusya'nın baskısı had safhadaydı: Komünist Rusya’nın, 1936'daki Montrö Antlaşması’na rağmen, Boğazlar üzerindeki hâkimiyet emelleri devam ediyordu.

Ayrıca, Türkiye'nin Kars, Artvin ve Ardahan vilayetlerini içine alan toprağını gasp etme hevesleri ikide bir nükseden Rusya, sahip olduğu Kızılordu ve dünyanın ikinci süper gücü kozlarını da oynayarak Türkiye'yi ciddî mânâda tehdit altında tutmaya çalışıyordu.

İşte, bu büyük tehdit ve tehlike altında bulunan Türkiye'nin, Batı ittifakına dahil olmak ve Amerika ile dostane münasebetler geliştirmekten başka çaresi yoktu.

BM’ye kurucu üye

Bu sebeple, II. Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından kurulmak istenen Birleşmiş Milletler'e Türkiye'nin de "kurucu üye" sıfatıyla dahil olması istenir.

Türkiye’nin BM'ye kurucu olma teklifi olumlu karşılanır. Ancak, bu "şerefe nail olmanın" bir bedeli ve bazı şartları vardı. Sıralanan şartların başında ise, çok partili rejime geçiş, yani demokratik sisteme geçiş mecburiyeti geliyordu.

Türkiye, bu şartı kerhen de olsa kabul etmek durumunda kaldı. Dolayısıyla, 24 Ekim 1945'te 51 bağımsız ve demokratik ülke tarafından kurulan Birleşmiş Milletler'e kurucu üye sıfatıyla dahil olmuş oldu.

Kendini kısaca "Adâlet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş global bir kuruluş" şeklinde tarif eden Birleşmiş Milletler, zamanla gelişti, kökleşti ve bütün dünya devletlerini (190’dan fazla) içine alacak kadar büyüyerek bugünkü halini almış oldu.

@salihoglulatif:

Me'hazın kuvvet ve kudsiyeti, çok bürhanlar kuvvetinde te’sirât gösterir. Ne vakit vekil (vesile-vasıta) gölge etse, me’hazdaki kudsiyetin tesiri kaybolur.

Okunma Sayısı: 2340
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı