"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Harp belâsı ve ordu

M. Latif SALİHOĞLU
16 Mart 2018, Cuma
Şanlı Osmanlı Ordusunda gönüllü bir subay (Miralay) olarak Kafkas Cephesinde cansiperâne hizmet eden ve bu “ordu mensubiyeti”ni eserlerinde iftiharla anlatan Bediüzzaman Said Nursî, bir yandan da gayet açık ve net bir lisânla “Harb belâsı istenmez” diyor. (Bkz: 16. Lem’a)

En önemli gerekçesini “Harb belâsı, hizmet-i Kur'âniyemize mühim bir zarardır” sözleri ile ifade eden Üstad Bediüzzaman, savaş için seferberlik emrinin çıkması halinde (1934), çoğu genç olan talebelerini askere göndermemek için “bedel-i nakdî”ye razı olduğunu söyler.

Bu tarihlerde, Türkiye ile İngiliz-İtalyan hükümetleri, sebebi henüz tam olarak bilinemeyen bir kanlı savaşın eşiğine kadar geldi. Bediüzzaman, bu gerginliğin “asayiş” ile, yani diplomasi yolu ile halledilmesini arzu etti.

O tarihten 16 yıl sonra vuku bulan Kore Harbi (1950) meselesine ise, Üstad Bediüzzaman’ın 1934’teki Türkiye-İtalya harbinden farklı bir nazarla baktığını görmekteyiz. Hatta, bazı talebelerini göndermek istediğini ve onlarla bazı Risâleleri Japon dostlarına hediye olarak gönderip duâlar ediyor.

Bu iki savaş durumu arasındaki farklar şudur: 1934’te, Türkiye tek başına harbe girme riski ile karşı karşıya. 1950’deki Kore Harbine ise, Türkiye BM’nin kararıyla, yani dünya ile birlikte (dahası, bir Komünist istilâya karşı) harbe iştirak ediyor. Dünya ile birlikte olunca, müsbet ve hayırlı neticeler alınabiliyor.

Bir devletin tek başına savaşa katılması, bugünkü dünyada pek netice alıcı görünmüyor: Süper güç ABD’nin 1960’lardaki Vietnam Savaşı, 1990’lar ve 2000’lerdeki Irak Savaşı; Rus Kızıl Ordusunun 1979-80’lerdeki Afganistan Savaşı; 1990’lardaki Bosna Savaşı; bugünkü Suriye Savaşı, hatta, 1974’teki Türkiye’nin haklı Kıbrıs Savaşı. Vesâire...

Bunların hiçbiri kâmil mânada neticeye ulaşabilmiş savaşlar değil. Hepsi de, geride sadece acılar, ölümler, düğümler ve insanî dramlar bıraktılar. Haklı Kıbrıs (KKTC) dâvâmızı bile tanıyan dünyada tek bir ülke yok.

Şunu demek istiyoruz: Ordu, askerî güç mutlâka lâzım, hatta elzem; çünkü, devlet kılıç ile kalem üzerinde duruyor.

Fakat, savaşı ve savaş riski taşıyan sâir sıkıntı ve gerilimleri, mutlâka dünya (BM, NATO, AB) ile birlikte hareket etmek şartıyla ve öncelikli olarak diplomasî kanallarını sonuna kadar çalıştırmakla giderme, halletme cihetine gitmeli. Aksi halde, bir arpa boyu yol gidemez, rahatlatıcı bir mesafe alamazsın.

Demek ki—varsa şayet—haklılığı öncelikle dünya ile paylaşmalı ve diplomatik görüşmelerle hükümetlere kabul ettirmeye çalışmalısın. Dolayısıyla, savaşa gireceksen de, arkana, mümkünse yanına dünyanın desteğini alma başarısını sergilemelisin. Aksi durumda, ya iki arada bir derede kalırsın, ya çözdüğün zannettiğin mesele ile bir müddet sonra tekrar yüzyüze gelirsin, ya da tıpkı “Kıbrıs Sorunu” gibi şimdilik 44 yılı bulan tuhaf bir “çözümsüzlük” vak’asıyla karşı karşıya kalırsın.

* * *

Bu arada, şunu da hatırlatalım ki: Bazen “muvakkat arızalar” sebebiyle, hiç istenmeyen ve arzu edilmeyen “savaş hali” gibi emrivâki haller, vaziyetler zuhûr eder. Ordu teyakkuza geçer, asker ve sâir güvenlik birimleri hareketlenir ve aynen şimdi Suriye’de olduğu şekliyle operasyonlara girişir.

Bu gibi durumlarda, mâsum kanı dökülmemesi, zayiat olmaması ve en az hasarla hadisenin nihayet bulması için duâ edilmesinin yanı sıra, ayrıca Üstad Bediüzzaman’ın dikkat çekmiş olduğu şu ifadelerdeki hassasiyete muvafık bir duruşun sergilenmesi gerektiğine inanıyoruz: “Cenâb-ı Hak, bin seneden beri Kurân’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla inşaallah perişân etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.” (Mektubat, 26. Mektup)

Allah muhafaza, bu vasıftaki ordu perişan olduğu takdirde, diğer perişaniyet halkaları da zincirleme gelir ve iş işten geçmiş olur.

Son not: Bu mühim meseleye, siyasî tarafgirlik ve dahilî çekişmelerden ayrı ve bağımsız şekilde bakılması gerekiyor.

@salihoglulatif: Sadece askerî güç ve kuvvetle ideal bir neticenin alınamadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu sebeple, diplomasi ve asayişle çözüm yolu ön plânda olmalı. Fakat, bin yıl Kurân’a hizmet etmiş bir ordu savaşa girdiğinde, onun mağlûp ve perişan olmaması için duâ edilmesi lâzım, hatta elzemdir.

Okunma Sayısı: 3253
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • aliye

    16.3.2018 13:39:01

    @salihoglulatif: Sadece askerî güç ve kuvvetle ideal bir neticenin alınamadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu sebeple, diplomasi ve asayişle çözüm yolu ön plânda olmalı. Fakat, bin yıl Kurân’a hizmet etmiş bir ordu savaşa girdiğinde, onun mağlûp ve perişan olmaması için duâ edilmesi lâzım, hatta elzemdir. HEP İSLAM ULKELERİNDE ZULUM SAVAŞ

  • Osman Yıldırım

    16.3.2018 07:28:23

    Dahili ve harici konjanktür ve hassasiyetler hesaplanmadan sadece bir tek şahsın makam hırsı ve iç politika beklentileri sebebiyle o şahıs ne diyorsa bodoslamasına olaylara bakılmakta hemde buna Risale i Nurdan istifade edenler bile alwt edilmektedir. Yani topluma ve maneviyat alemine ne getir ne getirmez hesapları yapılmadan o adam buna karar verdiyse iyidir mantığı ile olaylara yaklaşılmakta ve sözkonusu hassasiyetlervnazara veridiğinde de " Sen reisten iyimi bileceksin" şeklinde yaklaşılmaktadır. Bunu söyleyenlerin içerinde Nur talesi sıfatını taşıyanlar da mevuttur.Cenab ı Hak akıl izan ve feraset versin ve encamımızı hayreylesin inşallah.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı