Birkaç gündür üzerinde önemle ve ısrarla durduğumuz şu “sigara âfeti”ne dair, zamanla karşılaştığımız ürpertici, hatta şoke edici bazı hadiseler var.
Bizi hayretler içinde bırakan o çarpıcı hadise ve hatıralardan bir kısmını burada kısa cümlelerle hikâye etmek istiyoruz.
İşte size hiç unutamadığım birkaç misâl.
* * *
Seksenli yılların ortalarındayız. Üniversiteye gidiyorum. Yarım gün okul, yarım gün de kitap satış, pazarlama ve dağıtım işinde çalışıyoruz. Hayatımızı, geçimimizi bu sûretle idame ettiriyoruz.
O dönemde, satış ve pazarlamasını zevkle-şevkle yaptığım kitaplardan biri de aşağıda kapak resmini görmüş olduğunuz Dr. Osman Arı’ya ait “Sigara ve İnsan” isimli kitap.
Günlerden bir gün mesai saati sonlarına doğru bir hanım aradı. Telefonda şunları söyledi: Sigarayla Mücadele Derneğinden arıyorum. Satışını yaptığınız “Sigara ve İnsan” isimli kitaptan yüklü miktarda almak istiyoruz. Elinizde yeteri kadar var mı?
Cevap verdik: Elimizde istediğiniz kadar var. Kendi yayınımız. Toplu satışlarda tenzilât da yapıyoruz. Ayrıca, adresinizi verin, getirip yerinde teslim edelim.
Derneğin yönetiminde olduğunu söyleyen hanımefendi şu karşılığı verdi: Siz zahmet etmeyin. Ben arabamla Cağaloğlu taraflarına geliyorum. Yalnız biraz gecikebilirim. Beni orada bekleyebilir misiniz?
Cevap verdik: Hay hay, bekleriz.
Ve, kitapları hazılayıp beklemeye koyulduk. Paydos vakti geçti, dükkânlar kapandı, hava karardı; biz ise beklemeye devam ediyoruz.
Geç vakitte geldiler. Kitap paketini teslim edip ücretini aldık. Kadın halimize acıyarak, “Buyrun siz de binin. Güzergâh üstünde, evinize yakın bir yerde sizi bırakalım” dedi.
Ağırlaşan trafikte Sirkeci’ye doğru ilerliyoruz. Biz de büyük bir şevk ve hevesle “Sigara ve İnsan” isimli kitabın muhtevasını anlatırken, bir yandan da “Sigara ile Mücadele Derneği”nin gayesini, hizmetini tebrik ve takdirle karşladığımızı söyleyip duruyuyoruz.
Tam da Vilâyet binasını geçmiştik ki, beni hayret ve taaccüp içinde bırakan bir şey oldu. Direksiyondaki kadın, elini torpidoya uzatıp sigara paketini aldı, içinde bir sigara alıp ağzına götürdü, çakmağı çakıp püfür püfür tüttürmeye başladı. İşte, o anda “Ben şok!”
Resmen nutkum tutuldu ve ineceğim yere kadar hiç konuşamaz hale geldim.
* * *
Samimi olduğumuz bir halı mağazasının sahibi vardı. Hoşsohbet biriydi. Arada bir gider sohbet ederdik. Kendisi daha sık gitmemizi beklerdi, söylerdi. Çok sigara içtiği için, doğrusu seyrek gitmeyi tercih ediyordum.
İçtiği meretin zararlarını açıkça görüyordu. Ölümcül hastalıklar geçirdi. Kalp ameliyatı oldu. Yine de terk edemedi. Biri bitmeden diğerini yakıyordu. Öksürdüğü zaman, ciğerinden hırıltılar geliyor ve siz “Aha şimdi son nefesini verecek” diye tedirgin oluyordunuz.
Öksürük bittiği anda, çak diye bir sigara daha yakıyordu. “Aman abi, etme eyleme” sözümüze şu karşılığı veriyordu: İçmediğim zaman krize giriyorum. Aynen uyuşturucu krizi gibi. Ne yapalım, alıştık bir kere. Biliyorum, öldürecek beni. Ama, yine de bırakamıyorum.
Aynen öyle oldu. Kendisi son demine kadar sigarayı bırakamadı; sigara onu bıraktı. Allah rahmet eylesin.
* * *
Bir kaç yerde, hamile kadınların yanında sigara içen hem beyleri, hem de hanımları gördüm. Lisân-ı münasiple yaptığımız ikaz ve bilgilendirmenin ne kadar fayda verdiğini bir türlü kestiremiyorum.
Ne var ki, hamile bir kadının bizzat kendisinin de sigara içtiğine şahit olunca, doğrusu bir kez daha şoke olup sendelediğimi hatırlıyorum. Orada “Yazık, çok yazık” demekten başka bir şey yapamadım.
* * *
Hiç unutamadığım çarpıcı birkaç örnek daha var. Onları da inşallah bir sonraki yazıda.