Fert, aile veya toplum olarak, bizim için en büyük, en kıymetli nimetlerin başında hürriyet ve saadetimiz gelir.
Hayırlı işlerin muzır manileri olduğu gibi, şüphesiz bu güzel nimetlerin de hem ağır külfetleri, hem de muzır manileri var.
Buna rağmen, o nimetlerin hakkı, hatırı ve kıymeti için, her türlü zahmet ve meşakkati göze alarak, sonuna kadar sahip çıkmalı ve onların muhafazasına çalışmalı.
Bunun için de, hürriyet, meşrûtiyet ve saadetimizin menbaı olan meşvereti inciten, rencide eden, zarar veren sebepleri, unsurları, yapıları bilmek, tanımak gerekiyor.
Tâ ki, bütün o zararlılara karşı hayırlı teşebbüslere müracaat edilsin ve gereken tedbirler yerinde, zamanında alınabilsin.
* * *
Üstad Bediüzzaman’ın Münâzarât isimli eserinde, bu meyanda gayet veciz ve bir o kadar da çarpıcı şekilde yer alan bir suâl-cevap faslı var. Şöyle ki:
Suâl: Efkârı teşviş eden, hürriyet ve meşrûtiyeti takdir etmeyen kimlerdir?
Elcevap: Cehalet ağanın, inat efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyâsetlerinde insan milletinden menbâ-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir.
Suâl gayet açık olduğu gibi, cevap da gayet derecede vâzıh ve muhkemdir.
Kafaları karıştıran, hürriyet ve meşrûtiyeti takdir etmeyenlerin, kendi aralarında bir nevi koalisyon kuvveti teşkil etmişler ve saadet kaynağımız olan “meşveret”i örseleyip incitiyorlar.
Peki, bu koalisyonun ortakları kimler? Şunlar: Cahil, inatçı, garazkâr, intikamcı, taklitçi ve geveze takımından müteşekkil bir topluluk.
Peki, ya bütün bunların anası, yani doğmasına sebebiyet veren ve asıl kaynaklık eden saik nedir? Hiç şüphesiz, siyasî istibdattır. Yani diktatörlüktür. Tâbir-i diğerle monarşidir, oligarşidir, otoriterliktir, mutlakiyettir, riyaset-i şahsiye, yahut rey-i vahid sistemidir. Kısaca “tek adamcılık” rejimidir.
Evet, yine Münâzarât’ta ifade edildiği gibi, siyasî istibdat, zincirleme şekilde diğer istibdatçıkların doğmasına sebebiyet veriyor. Hemen her şubede, bir şekilde tesirini gösterir: Bürokraside, askeriyede, akademide, diplomaside, vesaire…
* * *
Bütün bunlardan çıkarmamız gereken dersler var: Meselâ, hürriyetimizi hiç kimse için ve dünyevî hiçbir şey için fedâ etmemek.
Kezâ, hiç kimsenin hatırı için hukuktan, demokrasiden ve saadetimizin kaynağı olan meşveretten tâviz vermemek.
Ayrıca, hukuk ve adâlet nazarında hiç kimseyi imtiyazlı, ayrıcalıklı görmemek ve kabul etmemek. Yâni, kuvveti kànunda görmek. Herkesin, kànun ve adâlet önünde eşit derecede olduğunun şuurunda olmak.
Fert ve aile hayatı gibi, sosyal ve siyasî hayatımızın da can damarı hükmünde olan bu prensiplere bağlı kaldığımız ve hayatımıza hâkim kılmaya çalıştığımız nisbette huzur ve saadete nail olabiliriz.
GÜNÜN TARİHİ: 12 ARALIK 1923
MADALYA
Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra gündeme gelen İstiklâl Madalyası’nın kimlere verileceği hususu, 12 Aralık 1923'te neticeye bağlandı. Millet Meclisi’nin aldığı karara göre, 15 Mayıs 1919 ile 1 Kasım 1923 tarihleri arasındaki dönem esas alındı. Bu tarihler arasında, asker olsun-sivil olsun, Millî Mücadele hareketine bilfiil katılan, yahut bir şekilde yardım eden, katkıda bulunan her vatandaşa İstiklâl Madalyası’nın verilmesi kararlaştırıldı.
Şüphesiz, belirlenen tarihlerin de bir anlamı vardı: 15 Mayıs 1919'da, Yunan Kuvvetleri İzmir'e asker çıkarmış ve şehri işgal etmişti. 1 Kasım 1923'te ise, I. Dünya Harbi sebebiyle tâ 1914 senesinde ilân edilmiş olan Umumî Seferberlik Meclis kararıyla kaldırılmıştı.
İstiklâl Madalyası’nın, yüz binden fazla asker-sivil vatandaşa verildiği tahmin ediliyor.
Birer İstiklâl Madalyası da, bilâhare yine Millet Meclisi’nin kararıyla Kahramanmaraş ile İnebolu şehirlerine verildi.