(Başta “15 Temmuz” olmak üzere, arka planı kasten karanlıkta bırakılan kanlı hadiselerle ilgili meselelerde hâlâ değişen bir şey yok; bu sebeple, 5 yıl önceki yazıyı aynen sunuyoruz.)
Biliyorsunuz, çok meşhûr olmuş bir darb-ı mesel (atasözü) var: “Minareyi çalan, kılıfını hazırlar” diye...
İşte, 15 Temmuz Hadisesi dahil, tarihimizdeki darbe, muhtıra, ihtilâl ve ihtilâl teşebbüslerinin çoğu, kanaatimce bu formülasyona uygun şekilde gerçekleştirilmeye çalışıldı.
Zira, cuntacılar tarafından iddia edilen veya ileri sürülen “darbe gerekçeleri” ile “gerçek niyet” arasında ciddî ve inandırıcı bir bağ, bir münasebet görünmüyor.
Meselâ, 1909’da “Meşrûtiyeti korumak” için Selânik’ten İstanbul’a gelen ve çok kanlı, çok zalimane bir darbe gerçekleştiren Hareket Ordusu ve onun hempaları, hakikatte “Meşrûtiyetin canına okudular” ve bir “şiddetli istibdat” rejimini kurarak, hem içeride, hem dışarıda Osmanlı’nın felâketine sebep olacak fitne-fesat kapılarını açtılar.
Meselâ, 1960’ta “Türkiye uçuruma gidiyor” yaygarası ile meşrû iktidara darbe yapan 27 Mayıs Cuntası, ülkeyi belki 40-50 yıl daha geri götürdüler veya geri kalmasına sebebiyet verdiler.
Meselâ, 1980’de güya anarşiye karşı, güya “Kardeş kanını durdurmak ve Demokrasiyi yeniden rayına oturtmak” maksadıyla darbe yaptıklarını söyleyen 12 Eylül Cuntası, gerçekte Demokrasiyi hançerledikleri gibi, öte yandan daha fazla kan akıtacak terör örgütlerine de zemin ve bolca malzeme hazırladılar.
Kezâ, 28 Şubat Post-modern darbesi, Türkiye’de yeniden toparlanma sürecine girmiş olan Demokratik birikim ve mahsûlâtını bir kez daha darmağın hale getirmiş oldular.
Ve, nihayet kanlı, kinli, kirli ve kargaşalı 15 Temmuz Saldırıları...
Diğerleri gibi, bunun da ardı-arkası kapkaranlık bir vaziyette.
Tetikçilerin, piyonların, maşaların, taşeronların az-çok biliniyor olması, 15 Temmuz’u kurgulayan, tasarlayan, planlayan, azmettiren ve bundan nemalanan asıl müsebbipleri ortaya çıkarmaya yetmiyor. Bunlar, hadisenin arka plânını aydınlatmaya kâfi gelmiyor. Asıl hedefin ne olduğu ve nereye varılmak istendiği noktasında tatminkâr bilgileri gözler önüne sermiyor.
Tamam, bir taraftan operasyonlar sürüyor. İltisaklar, irtibatlar araştırılıyor. Mahkemeler aralıksız şekilde devam ediyor. Sayılamayacak kadar kişi konuşturuluyor, ifadeleri alınmaya çalışılıyor. Bu arada itiraflar da ortaya çıkıyor.
Ne var ki, bunların tamamı, yine de 15 Temmuz’un zifirî karanlığını aydınlatmaya yine de yetmiyor, yetemiyor.
Öte yandan, tâ başından itibaren asıl konuşması veya konuşturulması gereken kilit noktadaki görevli şahısların izahları, ifadeleri, hiç olmazsa görüşleri hâlâ ortada yok. Meselâ şunların: MİT Müsteşarı, Genelkurmay Başkanı ve 15 Temmuz Saldırılarının lokomotifi durumundaki “Hava Kuvvetleri İmamı” diye de bilinen “kilit adam” Adil Öksüz’ün ifadeleri...
Hele, göz göre göre “elden kaçırılmış olan” Adil Öksüz vak’ası, en büyük soru işaretlerini üzerine çekiyor.
Bir başka nokta, bütün milletin gözünde menfur bir vak’a olan 15 Temmuz Cinayetlerinin, asıl maksadından ve bağlamından bağımsız olarak, kimler tarafından, kimlere karşı ve ne maksatla kullanıldığı yönündeki zan, şüphe ve tereddütler, iki senedir hâlâ giderilebilmiş değil.
Bütün bu ve benzeri soru işaretlerini içinde barındıran karanlık bir hadisenin aydınlatılabilmesi, takdir edersiniz ki, hiç kolay değil. Her ne kadar bazıları işin kolayına, ucuzuna kaçmayı tercih ederek ezbere konuşsa da, yukarıda zikrettiğimiz elli-yüz yıllık darbe düğümlerini bile açamayanların, menfur 15 Temmuz aysbergini öyle kolay şekilde resmetmesi, vuzûha kavuşturması pek mümkün görünmüyor.