Kurucu Genel Başkan Erdoğan ve partisi, seçimleri kaybetmeye hiç alışkın değil. Alışkın olmadıkları gibi, kaybetmeye tahammülleri de yok.
7 Haziran 2015’teki genel seçimlerde tek başına iktidar olma şansını kaybedince, ortalığı adeta savaş alanına çevirdiler. O seçimi iptal ettirip 5 ay sonra ülkeyi tekrar seçime götürdüler. 1 Kasım’da 5 milyon civarında oy devşirip yeniden iktidar oldular.
31 Mart’taki mahallî seçimlerin İstanbul etabı için benzer şeyleri yaptılar. Ortalığı ayağa kaldırıp AA+YSK marifetiyle seçimleri iptal ettirdiler. 23 Haziran’da seçimlerin yenilenmesine dair dünyada emsâli bulunmayan acaip bir karar aldırdılar.
Belli ki, arzu ve beklentileri yine aynı şekilde. Yani, 2015’in 7 Haziran’ında kaybettiklerini 1 Kasım’da tekrar kazanmaları gibi.
Maalesef, bunların demokrasiye olan inanç ve bağlılıkları işte böyle ve bu kadar.
Ne var ki, bu defa durum bir hayli farklı görünüyor. 2015’te Anadolu genelinde oynanan şaşırtmaca oyun, ama özellikle Doğu ve Güneydoğu’da uygulanan baskıcı politikalar, bugün itibariyle İstanbul için geçerli değil. Tam aksine, bunun geri tepmesi kuvvetli ihtimal dahilinde.
* * *
Yerli ve yabancı araştırma şirketlerine ait anketlerin çoğu, iktidar kanadının 23 Haziran’da yapılacak İstanbul seçimini kaybedeceğinden haber veriyor. Ellerindeki verilerin, sinyallerin, işaretlerin ekserisi bu yönde.
Bu acıklı durumu, iktidar partisinin lider ve kurmay kadrosu da az-çok biliyor, görüyor. Ancak, bunu kesinlikle kabullenemiyor ve hazmedemiyor.
Ne var ki, “korkunun ecele faydası olmadığı”nı da ezbere biliyorlar. Bu sebeple, şimdiye kadar hiç görülmedik bir telâş ve tedirginlik hali içine girmiş durumdalar. Buna “kaybetme psikozu” da denir.
Bu pzikozun yan etkileri açıkça görülüyor. Lider ve kurmay tabaka arasında uyumsuz ve insicamsız bir hâl var: Kimi sâkince konuşmaya itina gösterirken, kimisi alabildiğine hırçın ve agresif bir tutum sergiliyor. Eski vaatlerini tekrarlıyorlar. Yeni yeni vaatlerde bulunuyorlar. Vaatlerinde sınır tanımaz derece rakamları telâffuz ediyorlar. Vs.
Önceki gün ise, tehdit boyutunda bir ifade sarf edildi: “Ordu valisinden özür dilemediği takdirde, o makama gelemez!” diye.
“İstanbul seçimi” ile “validen özür” meselesi arasında doğrudan hiçbir irtibat yok. İrtibat yok, ama tehdit bal gibi var.
Bakalım, millet bu ve benzeri tehditlere, baskılara boyun mu eğecek, yoksa demokrasiye sahip çıkarak, aslında kendi iradesine mi sahip çıkacak, üç gün sonra hep birlikte görmüş oluruz.
*****
GÜNÜN TARİHİ 20 Haziran 1481
Kardeşlerin saltanat kavgası
Fatih Sultan Mehmed’in iki oğlu olan Cem Sultan ile Sultan II. Bayezid'e bağlı kuvvetler, 20 Haziran 1481’de Bursa Yenişehir'de karşı karşıya geldi.
Bayezid’in ordusu, kardeşi Cem’e bağlı kuvvetleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Öyle ki, bu pek hazin ve kanlı muharebede yaralanan Cem Sultan’ın kendisi bile canını zor kurtarabildi.
Geriye dönüp Eskişehir üzerinden valilik yaptığı Konya'ya giden Cem, burada ikamet etmekte olan aile efradını da alarak Adana–Suriye güzergâhıyla Kahire'ye gitti. Bu geniş coğrafya, o tarihte Mısır Kölemenlerinin idaresi altında bulunuyordu.
Sultan Cem, bu uzun seyr û seferi esnasında ayrıca Hicaz'a giderek hac fârizasını yerine getirdi. Böylelikle, "hacca giden ilk Osmanlı Sultanı" ünvanını almış oldu.
Osmanlı'yı en zayıf anında vurma tabiatına sahip olan Karamanî Beyleri, saltanat kavgasının büyüyerek devam etmesini istiyordu. Bu saikle, Konya'yı kuşatma altına alarak, Kahire'ye de haber gönderdi: Cem Sultan gelsin ve burada devletin başına geçsin diyerek...
Cem, aldığı dâvet üzerine Mısır'dan tekrar Anadolu'ya geldi. Ancak, o gelinceye kadar Konya kuşatması bitmiş durumdaydı. Yeni bir kuşatma harekâtı başlattı, ama yine muvaffak olamadı.
İki kardeş arasındaki muhalefet ve küskünlük, maalesef ömürlerinin sonuna kadar devam edip gitti.