Yaşadığımız dönemin şartlarını, bu devrin genel tarih içindeki yerini ve önemini az-çok tahmin edebiliyoruz. Hatta, delillere dayalı olarak bazı tesbitlerde de bulunabiliyoruz.
Buna rağmen, şahit olduklarımız karşısında yine de zaman zaman hayret ve taaccüp içinde kalmaktan kurtulamıyoruz.
Özellikle siyaset âleminde bizi hayret ve taaccüp içinde bırakan bazı gelişmeler yaşanıyor. Bunların bir kısmına çarpıcı misâller eşliğinde şöyle bir nazar gezdirelim.
* * *
Meselâ, bir bakıyorsunuz, kişi aynı kişi. Ama, bir dönem önce söyledikleri ile bir dönem sonra söyledikleri arasında adeta uçurumlar var. Yani, o kimse kendi kendisiyle bâriz şekilde çelişiyor. Hatta, kendi kendini yalanlar şekilde, ya da apaçık tekzip eder mahiyette bir takım konuşmalar yapıyor, yahut envâ-i çeşit işler çeviriyor.
Bu derece çarpıcı ve kendi içinde çelişik insan tipinin tarihte çok az örneği var. En azından, bugünkü kadar bir yaygınlığı yoktu. Şu zamanda, adeta ne tarafa baksan, böyle ikiyüzlü, çift karakterli insan tipinin görünüyor olması, içinde bulunduğumuz çağın dehşet uyandıran halini yansıtıyor.
* * *
Meselâ, bir bakıyorsunuz, kişi aynı kişi. Ama, bir dönem demokrasiye, millet iradesine, sandık sonucuna dair söyledikleri ile sonradan veya günümüzde söyledikleri arasında insanı hayret, hatta dehşet içinde bırakan zıtlıklar, farklılıklarla karşılaşıyorsunuz.
Yani, eskiden “Bir tek oy bile değerlidir. Bunu hiç kimse küçümseyemez, basit göremez, hafife alamaz” diyen aynı kişi, bir bakıyorsunuz tam tersine bir tutumla “14 bin oyun bile bir kıymet-i harbiyesi yoktur” mânâsında sözler sarf edebiliyor.
Mâzi sayfalarında, birbiriyle böyle yüz seksen derece çelişip tersleşen beyanlara çok nadir olarak rastlanabiliyor.
* * *
Meselâ, bir bakıyorsunuz, kişi aynı kişi. Ama, bir dönem itibariyle militanca davrandığı, yahut kurşun asker gibi görev aldığı bir fikir veya grup hareketinin aleyhine geçmiş. Üstelik, yine militanca ve yine aynı keskinlikte. Yani, bir uçtan bir diğer uca bütün benliğiyle savrulmuş durumda.
Tarih sayfalarında, iki zıt daire arasında böyle acayip tarzda “yatay geçiş” yapma becerisini gösterebilen çok nâdir örnek var. Günümüzde ise, bu hal, adeta sıradan bir hadise gibi, hatta neredeyse bir vak’a-yı âdiye cinsinden görülmeye başlandı.
* * *
Misaller çoğaltılabilir, ama yeterli. Bu gibi çelişik ve zıtlık arz eden durumlar karşısında, hem nihayet derecede dikkatli, ihtiyatlı davranmalı. Ki, bu da yetmez, bizi sadâkat ve istikamet dairesi içinde muhafaza etmesi için, muhakkak sûrette Cenâb-ı Hakk’a duâ ve niyazda bulunmalı. Zira, O’nun inayet ve himayeti imdadımıza yetişirse, hayatımızı istikamet üzere idame ettirebiliriz ancak. Bunu asla ihmal etmemeli ve hatırdan çıkarmamalı.
***
GÜNÜN TARİHİ 10 Nisan 1928
İkinci madde
Meclis’te yapılan danışıklı görüşmeler neticesinde, Anayasanın 2. Maddesinde yer alan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dini dîn-i İslâmdır” maddesi kaldırıldı: 10 Nisan 1928
Bununla bağlantılı olarak, Millet Meclisi’nde okunan yemin metninde de değişiklikler yapıldı. Yemin edilirken "Vallahi, Billahi, Tallahi..." şeklindeki ifadelerin yerine, bundan böyle "Namusum üzerine söz veririm" denilmesi kararlaştırılmış oldu.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu tarihten itibaren resmîyet cihetiyle “din”den tecrit edilmiş bir hale getirilmiş oldu. Gayr-ı resmî durum itibariyle, bu vatan yaklaşık bin yıldır bir İslâm ülkesidir. 1937’de 2. maddeye eklenen Laikliğe rağmen, hâlen de öyledir.