Toplumda bazı ayrışma emareleri görüldüğünde, buna karşı en çok duyarlı davranacak ve mümkün olduğu kadar kaynaşma yönünde çaba gösterecek kimselerin başında idareciler ve siyasî parti liderleri gelir. En azından öyle olmalı. Zira, ilk beklentiler daha çok bu yönde.
Ama, gelin görün ki, Türkiye’nin halihazırdaki siyaset fotoğrafı ve hükümet tablosu, bambaşka, hatta tam tersine görüntüler yansıtıyor. Kaynaştırma çabasını göstermek yerine, ayrıştırmayı körüklemek için elinden geleni yapmaktan geri durmuyorlar.
Cidden bu hem ayıp, hem çirkin, hem de ülkeye ve millete çok yazık oluyor.
“Hain” damgası yetmeyince...
Daha önceki seçim ve referandumlarda, farklı siyasî görüş veya tercih sahiplerine, yüzde yüz haksız yere “hain” damgası vurulmaya çalışıldı. Üstelik, ekranlarda ve meydanlarda bağıra çağıra bir tarzda...
Her halde bu da kesmemiş veya yetmemiş olacak ki, hemen arkasına “yıkıcı, bölücü, terör yandaşı” damgaları da eklendi.
İçinde bulunduğumuz seçim sürecinde ise, aynı bağnaz kafa, o menhus çıtayı daha da yükseltmeye koyuldu: Kürtçü, bölücü, terörist yaftasını yapıştırdıktan sonra, ayrıca “Defolun gidin başka yere!” diye de, siyasî muhalifler için “hudut harici”ni adeta mecburî adres gibi göstermeye başladı.
Bu meyanda, ekranlardan ve miting meydanlarından, meselâ durduk yere veya hiç gereksiz yere bir “Kürdistan tartışması” başlatıldı. Aşırı derecede bir ajitasyonla, Allah’ın hemen her günü şu tarz sözler fütûrsuzca sarf edilir bir hale gelindi: Türkiye’de “Kürdistan” diye bir bölge var mı? Yok! O halde, bunu isteyen, defolsun gitsin Kuzey Irak’a! Orada var.
Bilmeyen veya dışardan bakan biri zannecek ki, 31 Mart’ta “mahallî idareler seçimi” yapılmıyor da, Kürdistan için bir oylama yapılıyor, bir referanduma gidiliyor sanacak.
Yâhû, Allah aşkına Türkiye’de halihazırda böyle bir durum mu var? Belediye seçimlerinden dolayı, güzelim vatanımız bir bölünme tehlikesiyle karşı karşıya mıdır?
Farz-ı muhal, böylesi bir tehlike var ise şayet, aynı tehlike meselâ adına “Açılım Süreci” denilen dönemde (2009-2015 yıllarında) yok muydu? Keza, böyle bir tehlike var idi ise, aynı tarihlerde Diyarbakır’da yapılan Kürtçe şarkılı-türkülü halayları, Mesut Berzanili, Şıvan Parverli, İbrahim Tatlısesli gösterileri nere koymalı ve nasıl değerlendirmeli?
Kaldı ki, o günlerde üstüne basa basa söylenen “Osmanlı Devleti zamanında Kürdistan diye bir eyalet vardı!” tarzındaki söz ve beyanları, inanın bugün gibi iyi hatırlıyoruz.
Oradan buraya nasıl gelindi, nasıl bir U dönüşü yapıldı, hayret etmemek elde değil.
Beş-on yıllık zaman zarfında “Kürtlük övgüsü”nden çark ederek “Türklük övgüsü”ne yatay geçiş yapmak, öyle sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Şerrinden Allah’a sığınılacak bir tarz-ı siyaset de bu olsa gerektir...
OY Kürt kardeşim OY, OY...
Evet, eyyamcı siyaset, demekki böyle bir şey: Kürt kökenli seçmen kitlesinin oyuna ihtiyaç duyulduğunda, habire “Vay benim Kürt kardeşim” eylemleri, söylemleri, güzellemeleri. Türk kökenli seçmenin oylarını konsolide etme ihtiyacı hasıl olduğunda ise “Ne Kürdü, ne Kürdistanı! Yürü git başka yere!”
Demek ki, neymiş? Her şey siyasî hesaplara göre ve her şey oy getirisine göre imiş?
Bu sebeple, şimdi daha iyi anlıyoruz ki, Kürt seçmenin oyuna öncelikli derece ihtiyaç duyulduğu zamanlarda söylenirmiş o terane:
- Ey benim Kürt kardeşim!
- Ah benim Kürt kardeşim!
- Vah benim Kürt kardeşim!
Peki, netice? Yani, ne için bütün bunlar?
Cevap: OY benim Kürt kardeşim, OY.
Evet, o kafa maalesef senden özellikle bunu istiyor; gerisi fasarya...
O halde, dikkat et: Oyuna gelme. Partizanca davranma. Bir yanlışa karşı, bir başka yanlışa düşme. Bölücülere de, istismarcılara da prim verme. Tavrını ve tercihini hürriyet ve demokrasiden yana yap. Bütün kuvvetinle bunların bu vatanda yerleşmesine, kökleşmesine çalış. Ta ki, elimizden uçup gitmesin. Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, vesaire, hepimizin hayatı, rahatı, huzur ve barış içinde yaşama şansı bunlara bağlıdır, vesselâm.