Yaklaşık üç ay evvel Lozan’a giden İsmet Paşa başkanlığındaki Ankara Hükûmetinin delegasyonu, İstanbul’a vâsıl olduktan hemen sonra 18 Şubat 1923’te Ankara’ya doğru hareket etti.
Bu heyeti taşıyan İstanbul treni ile Latife Hanımın da aralarında bulunduğu M. Kemal ve beraberindeki heyeti taşıyan İzmir treni eş-zamanlı olarak Eskişehir’e vardı.
M. Kemal ile İsmet Paşa, Ankara ‘ya kadar aynı trende başbaşa seyahat etti. Necip Fazıl’ın neşrettiği Büyük Doğu mecmuasının 6 Ekim 1950 tarihli sayısında, saatler süren ve Ankara’da da devam eden bu “ikili görüşme”ler neticesinde, müştereken şu karara vardıkları ifade edilir: Din öldürülecektir.
Lozan muhaliflerinin âkıbeti
Millet Meclisi’nde Lozan ile ilgili geniş görüşmeler ve hararetli tartışmalar, 21 Şubat’ta (1923) başladı ve günlerce devam edip gitti.
Bu görüşmelerin çoğu “gizli celse” şeklinde cereyan etti.
Birinci Meclis'teki sürüp giden hararetli tartışmalar, bir müddet sonra birbirine zıt giden gazetelerin sayfalarına da yansımaya başladı: Hakimiyet-i Milliye'nin sahibi M. Kemal, TAN gazetesinin sahibi ise Ali Şükrü Beydi. Kızışma ve kutuplaşma, bu iki taraf arasında yaşanıyordu.
Bu iki lider, iki grup ve iki gazete cephesinde meydana gelen gerginlik, I. Lozan'da yapılmış olan ve ikinci kez yine Lozan’da tekrarlanacağı kuvvetle muhtemel olan görüşmelere dair ileri sürülen farklı görüş, tutum ve mülâhazalardan kaynaklanıyordu.
Ali Şükrü Bey, ısrarla ve defaatle haykırarak "Mehmetçiğin kanıyla kazanılmış olan büyük zaferin, Lozan'da masa başında ucuza satıldığı"nı söylüyor ve bu meyanda anlaşmaya varıldığına kanaat getirdiği bir “gizli anlaşma”ya âdeta isyan ediyordu.
Ali Şükrü ve beraberindekiler (II. Grup), Misâk-ı Millî'den tâviz verilmesini, Musul, Kerkük, Kıbrıs ve 12 Adaların ona-buna peşkeş edilmesini hiçbir şekilde kabul etmiyordu.
Buna mukabil, I. Gruptakiler, Lozan heyeti başkanı İsmet Paşa’nın Meclis'e verdiği bilgilere mutlaka itibar edilmesi, dolayısıyla Lozan'da en kısa sürede nihaî bir anlaşmaya varılması gerektiğini savunuyorlardı.
Neticede, muhalif sesler susturularak, erken seçim ve yeni Meclis için, el altından hazırlık çalışmalarına başlandı.
* * *
Her yolu mübah görerek muhalefeti susturanlara göre, İkinci Meclis, yeni bir anlayışla işbaşı yapacaktı. Yeni Meclis'ten beklenen en büyük icraat ise, Lozan'da alınacak kararların kayıtsız şartsız kabul edilmesiydi.
Nitekim öyle oldu...
1923 Temmuz'unda II. Lozan'da varılan mutabakat, Ağustos'ta da Türkiye Büyük Millet Meclisinde aynen tasdik edilerek kabul edilmiş oldu. Yine de, sayıca az bir grup, aleyhte oy kullanma cihetine gitti.
Aleyhte oy kullananlar, Kâzım Karabekir ve takriben 15 arkadaşıydı. Onlar da yavaş yavaş dışlanmaya başlanınca, bir sene sonra CHF'den ayrılarak TCF'yi kurdular.
Ne var ki, 1925'te yaşanan Şeyh Said Hadisesi’nden sonra, bu parti de kapatıldı. Parti kadrosunu teşkil eden çoğu Millî Mücadele komutanı olan bu vatanperverler, 1926'da İzmir Sûikastı bahanesiyle İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandılar. Bir kısmı idam edildi, bir kısmı darağacına çıkmaktan kıl payı kurtuldu.
Gayr-ı resmî kaynaklar
“Resmî görüşün dışında” olmak üzere, şimdiye kadar ulaşabildiğimiz hemen bütün kaynaklarda, İsmet Paşa’nın dostu Hahambaşı Haim Naum'un, Lozan görüşmeleri münasebetiyle Türkiye üzerinden yürütmüş olduğu sinsice ve hainane lobi faaliyetlerinden, doğrudan veya dolaylı şekilde bahsediliyor.
Kezâ, kaynakların çoğunda, Lozan'da Türkiye'nin bazı isteklerinin (tırpanlanmış mülkî tamamiyeti gibi) kabul edilmesi karşılığında, Türk milletinin bin yıldır sahip olduğu “din ve mukaddesat”ı adına ne varsa yıkılması, terk edilmesi ve din dışı reformların bir an evvel yapılması şartının ileri sürüldüğü ve bilâhare bunların tatbik sahasına konulduğu açıkça ifade ediliyor.
İşin garip bir diğer yönü, bu kaynaklarda böyle âşikâre bir sûrette dile getirilen o korkunç iddiaları şimdiye kadar hiçkimse ortaya çıkıp da açıkça yalanlamadı; belki de yalanlamaya cesaret edemedi.
Kuvvetli ihtimal, bundan sonra da edemez.
Zira, mızrak çuvala sığmıyor.