Nur Külliyatı’nın hiçbir yerinde "mahallî siyaset" adına ayrı ve farklı mânâda herhangi bir ölçü veya kritere rastlamış değiliz. Gördüğümüz ve anladığımız kadarıyla, ölçü ve prensiplerin tamamı "genel siyaset" çerçevesinde nazara verilmiştir.
Dolayısıyla, Nur Talebeleri için iki ayrı siyaset telâkkisi ve ölçüsü söz konusu dahi olamaz. Buna göre denilebilir ki: Genel siyaset için ihdas edilen ölçü ve prensipler, mahallî siyaset için de aynen geçerlidir. Ayrıca, hükümetlerin veya belediyelerin ifâ etmiş oldukları yol, su, elektrik işi, kaldırım işleri gibi kamu hizmetleri, Nur Talebeleri için birer tercih sebebi veya kriteri değildir. Bunlar halkın ve avamın tercihini etkileyen faktörlerdir.
Kaldı ki, hükümet ve belediyeler, bu gibi hizmetleri zaten yapmakla mükelleftir. Bunları yaparken de, kendi ceplerinden bir ödeme yapmıyor, babalarının mirasından harcamıyorlar. Halk, bu gibi hizmetleri kim daha iyi yapıyorsa, onu destekler, onu tercih eder. Ama, dâvâ insanlarının tercih sebebi ve kriteri, bu türden şeyler değil. Temel kriterlerin başında, siyasî misyon çizgisi gelir. Üstelik, mahalli veya genel seçimler hiç fark edilmeksizin. Mühim olan, şu veya bu şahsın değil, misyonun kazanması, yahut kuvvet bulmasıdır.
Bu noktada en çarpıcı misallerden biri, 1957 seçimlerinde Isparta’da yaşanan Tevfik Tığlı hadisesidir. Bu şahıs, Üstad Bediüzzaman’a karşı vicdanlara sığmayacak derecede düşmanlık yaptığı ve zarar verdiği halde, seçimlerde DP’den adaylığını koyan bu adamın kazanmasına, mebus sıfatıyla Meclis’e girmesine yardımcı olunmuştur... Bu vesileyle, değerli okuyucularımıza Lâhika mektuplarını ve Eski Said Dönemi Eserleri’ni şu sıralarda da çok mütalâa etmelerini tavsiye ederiz.
* * *
Öte yandan, Halkçıların tehlikesi karşısında "oyların bölünmesi endişesi"ni en ziyade yaşayanların başında Nur Talebeleri geliyor. Onların dışındaki siyasîler, cereyanlar, cemaatler ve grupların hemen hiçbiri, oyların bölünmesi endişesini taşımış, yahut yaşamış görünmüyor. Realitenin yaklaşık 70 senedir bu merkezde olduğunu da yakînen müşahade ediyoruz. Misâl: 1948'de kurulan ve 1950 seçimlerine vargücüyle asılan Millet Partisi’nin kadroları ve fikir babaları, bütün kuvvetiyle Demokratlar’a yüklenmişler. DP ile CHP'yi bir tutmuşlar, al birini vur ötekine demişler, hatta zaman zaman "DP, Halk Partisi’nden daha zararlıdır" demişlerdir. (Bkz: Sebilürreşad’ın 1948–1953 yıllarında çıkan 1-150. sayıları.)
Emin olun, aynı düşünce ve zihniyetin sahipleri, 1950’den günümüze kadar uzanan hemen bütün zamanlarında aynen öyle yaptılar. Aynı Millet Partisi’nin devamı mahiyetindeki partilerin siyasetçi kadroları ve fikrî müdafileri de bugüne kadar hep aynı tutumu sergileyegeldiler. Şimdi el-insâf yâhû! Ömrü billah hiç bölünme endişesi taşımayanlar hakkında, benzer bir endişeyi taşımak doğru olur mu? Bunu hiç hak ediyorlar mı?
Halkçılar ise, Üstad Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi, bu asil millet onları hiçbir zaman tek başına iktidara getirmez. Kaldı ki, vaktiyle komünizm tehlikesini içinde barındıran bu partinin bel kemiği, 1977-79 seçimlerinde kırıldı. Nur Talebeleri sayesinde o zulümat dağıtıldı. Bir daha eski kuvvetini kazanması imkânsız hale geldi. Oy nisbeti yüzde 40'ların üzerinden tâ yüzde 20'lere kadar indi.
Esasen, bu realiteyi fark eden derin odaklar, 1980 darbesini yaptıktan sonra, Kemalizmi CHP'nin omuzlarından alarak dinde hassas, muhakemesi zayıf dindar siyasetçilerin sırtına yükledi. Özde ve misyonda Ahrar-Demokrat olmayan bu dindar siyasetçiler, el'an CHP'den daha çok Atatürkçü olduklarını hemen her vesileyle, üstelik en yüksek perdeden ilân edip duruyorlar. Üstelik, isim ve unvanları öyle gizli saklı falan da değil.
Hasılı: Dileriz ki, herkes kendisi olsun, kendine yakışanı yapsın; siyaset sanatı da, takiyyelerle değil, temeldeki ölçü, kıstas ve temâyüllere dayalı şekilde icra edilsin. Yani, hatlar değişmesin, yollar başkalaşmasın; misyonlar kasdî bir niyetle karıştırılmasın...