"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

N’olacak bu evlâtlarımızın hâli?

M. Latif SALİHOĞLU
22 Eylül 2017, Cuma
Bir önceki yazıda da temas ettiğimiz gibi, ebeveynler için, evlâdının durumundan daha ciddî bir dert-tasa, daha büyük bir moral-sevinç, velhasıl daha mühim bir mesele yoktur.

Yani, evlâdının müsbet veya menfi haline-gidişatına göre, anne-babalar ya çok sevinir, ya da fenâ halde üzülür, elem duyarlar.

Bu tesbit, hemen hiç değişmeyen bir realitenin ifadesidir. Ve gayet de normal bir durumdur.

* * *

Öte yandan, her ne zaman bu konuya, özellikle “evlât yetiştirme”, yani insan yetiştirmeye dair yazılar yazsak, anne-babalardan tahminlerin üzerinde bir dikkat ve alâkadarlıklarına hem şahit, hem de muhatap olmaktayız. Ki, esasen bu da işin sevindirici yanı.

Demek ki, şefkatli ve hakikatli ebevenler, evlâtlarını sevdikleri gibi, onların istikbâllerini de düşünüyorlar. Kemâl-i ciddiyetle, onların iyi ve ahlâklı, vatanına ve milletine faydalı birer insan kıvamına gelmelerini istiyorlar.

Bununla beraber, dertler ve yakınmaların da katar katar olduğunu ifade etmek durumundayız.

Zira, daha okul öncesinden başlamak üzere, hemen her yaştaki çocuklarımızı bekleyen tehlikelerin hem sayısı artmış, hem câzibesi, hem de etkileme gücü...

Televizyon ve internetin, hayatımızın her safhasında yer almasından sonra, bu tehlike had safhaya varmış durumda.

Şimdi de, evlâtlarının haline ve bilhassa geleceğine ciddiyetle ve ehemmiyetle eğilen, ilgi gösteren anne-babaların duymuş oldukları endişelerin ve yakınmaların adeta lebâlep doldurduğu o büyük “dert havuzu”na bakalım..

* * *

Bu noktada, şunu da hemen hatırlatalım ki: Söz konusu bu “dert havuzu”ndan bahsetmekten asıl maksadımız, o dertten çok daha büyük bir "düşünce havuzu"nu teşkil etmeye çalışmaktır.

Bu önemli hatırlatmadan sonra, konuya devam edelim...

Evet, zamâne evlâtlarının düştüğü fecî halleri birçok ebeveynle dertleşerek konuştuk, konuşuyoruz. 

Kimileriyle de, adeta gözyaşlarına boğularak halleşip dertleştiğimizi de, bilvesile ifade etmiş olalım.

Yeni nesillerin durumu, hakikaten bir yandan ümit ve teselli verici iken, bir yandan da çok vahim bir tablo teşkil ediyor.

Mütedeyyin, muhafazakâr ailelerin çocukları arasında, anne-babasını dahi geride bırakacak derecede takvâlı ve hizmette koşturanlar bulunduğu gibi, ne yazık ki, bunun tam tersi bir durumda olanlar da var.

Öyle ki, o kız ya da erkek çocuk, zamanla ailesiyle olan bağlarını adım adım zayıflatıyor. Başka bir dünyaya yelken açıyor. Ailevî irtibat, zamanla adeta kesilme-kopma  noktasına geliyor.

İşte, o noktadan itibaren, tehlike çanları zangır zangır çalmaya, ötmeye başlıyor.

Mütedeyyin çevreyi terk edenin gideceği yer neresi olabilir ki?

Aslında, vahim durum az-çok bellidir: Zira, dışarıda yılan, çiyan, akrep, hınzır, canavar, ejderha sürüsü ağzını açmış o körpe bedenleri, o mâsum dimağları bekliyor.

Kaçanın yutulması an meselesi. Nasibi varsa kişinin, bir vesileyle kurtulabiliyor. Ancak, o da baştan ayağa yara bere içinde...

Zira, hariçte, hiç de öyle mâsum bir dünya yok. Hatta, en mâsum görüneni bile, en zararlı olabiliyor ve en aldatıcı çıkabiliyor.

Maalesef, aldatılan ve acımasızca yutulan öyle çok evlâdımız var ki, saymakla bitmediği gibi, söylemeye de yürek dayanmıyor.

* * *

İşte, böylesine tehlikeli ve aldatıcı bir dünyaya adım atan gençlerin ebeveynleri, fırsat buldukça, halden anlayanlarla dertleşiyor ve fakat çoğu zaman için için yanıyor, ağlayıp gözyaşları döküyor. 

Dertleşmek iyi; fakat, ağlamak çare, çözüm değil...

O halde, gelin, o yakıcı “dert havuzu”nu, hep birlikte serin ve selâmetli bir “düşünce havuzu”na dönüştürmeye çalışalım. Hem fiilî, hem de kavlî duâlarla...

* * *

Evet, çocuklarımız dünyaya geldiği andan, tâ hayata atılacağı zamana kadar, hangi yaşta, hangi ortamda onlara neler kazandırmamız gerektiğini, onlarla nasıl bir diyalog seyri içinde olmamız gerektiğini, âdeta kafa patlatırcasına düşünmek ve ona göre de davranmak durumundayız.

Çünkü, evet ve nihayet... Bu, bizim en mühim ve en öncelikli bir meselemizdir ve öyle de olmaya devam etmelidir.

Son bir nokta: “Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Adeta, gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer.” (Bediüzzaman; Emirdağ Lâhikası, s. 39)

***

@salihoglulatif:

En berbat ırkçılık türü, dinle harmanlanmaya çalışılan ırkçılıktır. Ne yazık ki, bu ırkçılık türü her geçen gün daha da yaygınlaştırılıyor. 

(Adem Özköse)

Okunma Sayısı: 4503
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İdris Ayaz

    22.9.2017 23:04:41

    Durum tespiti güzel de.. "küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî" alınması konusu anlatılaydı iyi olurdu. Bu nasıl olacak? Öneriniz nedir? Okul ile mi? Sanmıyorum! Kitaplar ile mi? Eline kitap aldırmak çok zor. İnterneti nasıl faydalı hale getirilebilir? Bunun için çeşitli uygulamalar yazılsa? Ve daha birçok teklif.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı