"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ne ağalık var bizde, ne uşaklık

M. Latif SALİHOĞLU
20 Temmuz 2015, Pazartesi
“Hakikatdar bir rüyâda insanlara diyordum: Ey insan! Kur'ân'ın desâtirindendir ki, Cenâb-ı Hakk’ın mâsivâsından (yarattıklarından) hiçbir şeyi, ona taabbüd (ibadet) edecek derecede kendinden büyük zannetme. Hem, sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma.” Bediüzzaman Said Nursî

Denge, ölçü, terazi, mîzân, nizam, intizam, adâlet..., başta Kur’ân olmak üzere sâir kudsî kaynaklarımızın, uymaları için insanlara en çok hatırlattığı, ders verdiği hususlardır.

Demek, bu mühim hakikatlere çok ihtiyaç var ki, çokça da zikredilip hatırlatılıyor. Biz insanlara ise, bu hususlara âzamî derecede dikkat etmek düşüyor.

Fânilere takılıp kalmak, dengeyi tâ baştan bozmak demektir

Şahıslar fâni, makam-mevkiler fâni, servet-şöhretler fâni, hayat ve sâir nimetler fâni...

Bâki olan sadece Allah’tır ve O’nun kulları için var edip vâdetmiş olduğu ebedî hayat nimetidir.

Bu muhkem hakikatleri bilmeyen yok gibi. Mesele, bildiğini ve inandığını içine sindirerek, bunları hayatına, hizmetine, hareket ve davranışlarına yansıtabilmekte...

Asıl keyfiyet, kalite burada.

Ne var ki, insanların, hatta mütedeyyin Müslümanların küçümsenmeyecek bir kısmı keyfiyetten çok kemiyete, kalitede çok mebzûliyete meyledip ehemmiyet veriyor.

Aynı şekilde, bâkî hakikatlerden ziyade fâni, geçici, muvakkat şeylere perestiş ediliyor.

Bunları görüp hayrette kalmamak elde değil.

Bakıyorsunuz, karşınızdaki Müslüman, itikadı kuvvetli olduğu halde, kaskatı şekilde şahıs-perest kesiliyor, makam-perest olabiliyor, servete-şöhrete kavuşmaya can atıyor.

Meselâ, hiç düşünmeden ve hiç rezerv koymadan bir fâni şahsa olan hayranlığını, aşırı düşkünlüğünü, hatta “sonuna kadar” diyerek, hayatı boyunca ona bağlı kalacağını uluorta yerde söyleyebiliyor.

Bu tür fanatik tipler, o an için hiçbir sıkıntı hissetmemesine rağmen, ileride şoklar, beyin zonklamaları, travmatik haller yaşaması kaçınılmaz olacak.

Siz, olacakları tâ başında beri görüyor ve ona aslında acıyarak bazı hatırlatmalarda bulunuyorsunuz. Fakat, tetikçilikten ve meddahlıktan başka marifeti olmayan bu kimseler, sizi maalesef anlayamıyor, hatta çoğu zaman yanlış anlıyor.

Evet, bunlar ne yazık ki, kesinkes bir yanlışın içine düşmüş, körkütük gidiyorlar. Tâ ki, kafalarını sert bir kayaya çarpıncaya kadar...

Yine, sayısız tecrübelerle sâbittir ki, bunlar sevdikleri, perestiş ettikleri şahıslara sonradan düşman oluyorlar. Hatta en şiddetli muhalif, en keskin birer muarız kesiliyorlar.

* * *

Bir zaman, saldırganlıkta sınır tanımayan birini ikaz ederek “O muhterem zâta niçin böyle salya-sümük saldırıyorsun? Bunda ne menfaat görüyorsun? Bu yaptığın hizmet mi, hezimet mi?” diyecek oldum, baktım daha azgınlaşarak köpürmeye başladı: “Ben, abi diyerek onun için neler yaptım, neler... Onu yıllarca militan gibi savundum. Küçük bir tenkitte bulunanları bile azarladım, kırdım...”

Böyle dolu-dizgin giderken, mecburen araya bir takoz koyup durdurmaya çalıştım. Hele bir dakika dur diyerek, şunları söyledim: “O muhterem zât mı senden militanlık yapmanı istedi? Sana git benim hatırım için şunun-bunun kalbini kır dedi mi? Git benim tetikçiliğimi yap dedi mi?”

İşte, zurnanın son deliğindeki cevabı: “Tamam, o demedi; ama, bütün bu fedakârlıkları ben kendim isteyerek yaptım, onun için yaptım. Ama, o benim kıymetimi bilemedi.”

Tut kelin perçeminden... Kendi kendine gelin-güveyi olmuş. Kendi kafasından tetikçilik yapmış, kafasız. Önüne geleni kırıp geçirmiş. Sayısız bîçarenin küsüp darılmasına sebebiyet vermiş. Vesâire...

Peki, gide gide vardığı yer, yahut düştüğü durum nedir?: İfratta giderken, şimdi de tefrite düşmüş.

Şahıs meselesine takılıp kalarak ve kendi kafa feneriyle hareket ederek, zaten dengeyi tâ baştan bozmuş. Terazisi bir türlü düzgün tartmıyor artık. Ölçü, kantar, mizân gitmiş, bozulmuş yani...

Ne diyelim: Allah ıslâh etsin böylelerini.

Peder-evlât, mürşid-mürit ağa-uşak münasebeti yok

Kur’ân şâkirtliğinde, özellikle Risâle-i Nur meslek ve meşreb dairesi içinde, peder ile evlât, mürşid ile mürit arasındaki münasebetin söz konusu olmadığı ve olamayacağı hususu kerratla nazara veriliyor.

Aynı şekilde, bilhassa Münâzarât isimli eserde, “büyük adam” telâkki edilen şeyhlere ve ağalara boyun eğilmemesi, onlara serfürû edilmemesi, aklının-fikrinin onların ceplerine konulmaması gibi hususlar, tesirli bir şekilde izah edilip ders veriliyor.

Şahsen, bu gibi bahislerden, nefis ve şeytanımı dahi susturacak derecede dersimi alıp—şükürler olsun—çokça istifade ettim.

O bahislerin teenni ile okunup yüksek derecede istifade etmesini herkese iştiyakla, hararetle tavsiye ediyorum.

Okunma Sayısı: 2864
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ahrar Fırkası

    20.7.2015 03:38:51

    Haydar ağ haydar ağ haydar ağ ...haydo haydo haydo ne vakit haydar ile iktifa edib vasatta sırat-ı müstakim de Sebat edebilez

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı