Bir yanda peşpeşe sel felâketi, bir yanda ekonomik sarsıntılar, öte yanda zincirleme diplomatik krizler... Ne diyelim, Allah hayretsin, hayra tebdil eylesin.
Ülke ve millet olarak yaşadığımız bütün bu sıkıntılar, belli ki işlenen bazı umumî hata ve günahların bir neticesi...
Bu menfi neticeler inşallah bir nevî kefaret olur ve “günâhların neticesi-mükâfatın mukaddimesi” hükmüne geçer.
* * *
Yaşanan “ekonomik kriz”den dolayı üzülenlerin yanı sıra, ne yazık ki, hatta yazıklar olsun ki hoşnut olup sevinenler de var.
Üzülenlerin hali belli, gerekçeleri de belli. Sevinenlerin sebebi ise, daha çok siyasî iktidarın dara-zora girmesi, yani sıkıntıya düşmüş olması. Velev ki, ecnebilerin veya haricî cereyanların eli ile, dahli ile olsa bile...
Bu asla normal bir sevinç değil; sadistçe bir zevk ve sevinçtir bu... Böylelerine, gerçekten de yazıklar ve teessüfler solsun.
Zira, yaşanan ve devam edegelen sıkıntı sadece belli bir zümreyi veya sırf siyasî iktidar cenahını vurmuyor; bundan bütün bir millet zarar görüyor, sıkıntı çekiyor. Hatta, şu anda bile bazı sektörler ve toplumun bazı kesimleri, yaşanan krizler karşısında mahvolmuş, perişan olmuş durumda.
Dolayısıyla, kimsenin şahsî veya hizbî ihtirası, böyle umumun zararını arzu eder bir raddeye çıkmaması gerekir. Çıkarsa şayet, “Allah şifânı versin, ıslâh etsin” demeli.
* * *
Dahilî sıkıntıların, öncelikle yine dahilî dinamiklerle düzeltilmesi gerekir. Ecnebilerin, yani hariçtekilerin eliyle gelecek ihsan istemez. Gölge etmesinler yeter.
Evet, hiç şüphe yok ki, dahilde ciddî bazı sıkıntılar ve zincirleme yapılan yanlışlar, hatalar var. Bunları düzeltmenin, telâfi etmenin yolu ise, ecnebilere yalvar-yakar olmaktan geçmez. Yine, kendi hür ve millî irademizin inisiyatifinden geçer ki, asıl buna tahşidat yapmak icap ediyor.
Yani, özetle millet uyanmalı, şuurlanmalı, hür irade ve dirayeti güç-kuvvet kazanmalı ki, hem hukukunu bilsin, hem de yeri ve zamanı geldiğinde tutup hesap sorabilsin.
Buradaki genel ölçülerimiz, Lem’âlar isimli eserin On Altıncı kısmında gayet veciz bir şekilde izâh ile ifade ediliyor. Meselâ, şu vecizede olduğu gibi: “Biz ferec ve ferâh ve sürûr ve fütûhât isteriz; fakat, kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil.”
* * *
Netice itibariyle diyebiliriz ki: Halen yaşanan ve sırada bekleyen maddî-mânevî sıkıntıların farkındayız. Bunları görmüyor değiliz; görmezden de gelmeyiz.
Ne var ki, derdi-kederi bilmek ve görmek, iyi bir neticeye varmaya yetmiyor. Neticeye nasıl gidileceğini, hangi usûl ve esaslar çerçevesinde hareket edilmesi gerektiğini de iyi bilmeli ve tatbikatı da ona yapmalı.
Meselâ, ecnebilerden medet umarak dahilî düğümler çözülmez ve sıkıntılar giderilemez. Yani, ipler hiçbir zaman ecnebilerin elinde ve inisiyatifinde olmamalı.
Çare ve çözüm için, öncelikli olarak “yerli ve dahilî dinamikler”e bakmalı ve bunları harekete geçirmeli ki, hasıl olacak neticeden ve istikbâle dair gelişmelerden emin olalım.
Bu, harice büsbütün kapalı olmak demek değildir. Kapalı olmayız ve olamayız zaten.
O halde, hariçten de bilim, sanayi, teknoloji ve bizde-özümüzde karşılığı olan, yani bizim ulvî-mânevî değerlerimizle çatışmayan, daha ziyade örtüşen ve destek sağlar mahiyette olan temel insanî düstûrlar, medenî prensipler alınabilir ve alınmalı.