"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Şapka idamları

M. Latif SALİHOĞLU
14 Kasım 2018, Çarşamba
GÜNÜN TARİHİ: 14-28 KASIM 1925

Henüz “Şapka Kànunu” çıkmadan, vatandaşlara şapka yüzünden türlü cezalar verilmeye başlandı. Sivas’da şapkanın giyilmesine muhalefet eden vatandaşlar, 14 Kasım 1925’te yürüyüş yaptılar. 

Bu yürüyüşe önayak oldukları ileri sürülen Sivas ulemasından İmamzâde Mehmet Necati Efendi ile Abdurrahman Efendi (bu zat firar etti) hakkında idam kararı verildi. Necati Efendi’nin cezası 28 Kasım’da infaz edildi.

İstiklâl Mahkemesi’nin idam kararı metninde şu ifadeler yer alıyordu: “Türkiye Devletinin şeklini tebdil ve tağyir maksadıyla halkı ayaklanmaya kışkırttığı ve suçları sabit olduğu...”

Aynı gerekçe ile Rize, Erzurum, Kayseri, Giresun gibi yerlerde de idam cezaları verildi.

Ne garip, ne tuhaf değil mi? Şapkaya muhalefet eden bir vatandaş, mahkemece “Devleti yıkmak” suçuyla yargılanıyor ve tereddütsüz şekilde tutup idam edilebiliyor...

Peki, değer miydi? Bugün çıkıp “Evet, değerdi. İyi ki de oldu. İyi ki asıldılar, cezalandırıldılar” diyenlerin “medenî insan” sıfatına sahip olma imkân ve ihtimali var mı?

Bu mânadaki sorgulamaların, hiç olmazsa günümüzde yapılabilmesi gerek. Aksi halde, hürriyet, adalet ve demokrasiden yana eksiğimiz, kusurumuz var demektir.

Jakobenlik budur işte

Hemen her türlüsüne rastladığımız Kemalistlerin özellikle jakoben (tepeden inmeci) kesimi, tek parti (Şeflik) dönemi icraatlarına toz kondurmama ve gözü kapalı şekilde savunmada bulunma şeklindeki maskaralığı, 21. yüz yılda da aynen devam ettiriyor.

Tabiî, kendilerine göre türlü kılıflar da buluyorlar. Birkaç misâl vermek gerekirse: 

* Asmaya-kesmeye, ağır cezalar vermeye o zamanlar mecburiyet vardı.

* Bazı kelleler gitmeden, 1923’lerde Cumhuriyet kurulamazdı.

* Çok sayıda vatandaş öldürüldü tamam; ama, tasarlanan devrimler başka türlü gerçekleştirilemezdi. Batılılaşamazdık yani.

* Demokrasiye geçiş denemeleri de yapıldı; ama, işte başarılı olunamadı. Çünkü, millet henüz demokrasiyi anlayacak, içine sindirecek durumda değildi.

* İstiklâl Mahkemeleri sayesinde devrimler aksatılmadan gerçekleştirildi.

* Şeyh Said, Menemen, Dersim isyanları kanlı şekilde bastırılmamış olsaydı, irtica hortlardı, gericilikle baş edilmezdi.

* * *

Evet, kendilerince her meseleye verecek cevapları var. Ama, hiçbiri hukukî değil, insanî değil vicdanî değil. Hiçbiri temel insan haklarıyla bağdaşmıyor. 

“Batı” patenti taşıyan bunlardan hiçbirinin yurtseverlik, milletperverlikle bir ilgisi yok.

Allah aşkına söyler misiniz? Şapkanın, Latincenin, İtalya ve İsviçre kànunlarının yerlilikle veya millîlikle ne ilgisi var?

Bir de utanıp sıkılmadan bunlara yeni “Türk kıyafeti, Türk Alfabesi, Türk Ceza Kànunu, Türk Medenî Kànunu...” gibi tümüyle uydurma-yakıştırma isimler verildi.

Demokrasi denemesi

Yukarıdaki listede yer alan özellikle şu “Demokrasi denemesi yapıldı...” kılıfını, hiç olmazsa günümüz itibariyle mengeneden geçirerek parçalamak, hatta paçavraya çevirip bir kenara atmak gerekir. Zira, bu vatanda yapılan demokrasi denemelerinin başlangıcı tâ 1976’lara kadar gidip dayanır. 1908’de yeniden ilân edilen hürriyet ve II. Meşrûtiyet, kör-topal da olsa 1920’ye, hatta yer-mekân değiştirerek 1923 yılı ortalarına kadar devam etti.

Can alıcı bir nokta da şudur ki: Şayet Cumhuriyetle birlikte Demokratik sistemin de devamına karar verilseydi, bu milletin buna karşı gelmesi, hele hele isyanlarla eskiye dönüş yapılması mümkün değildi. Esasen Meşrûtiyetin, yani Demokrasinin askıya alınması, hiçbir dönemde halkın-vatandaşın isteği, arzusu veya tepkisi sebebiyle olmamıştı. Bunlar dahi, bütünüyle tepeden inmeci politikalar yüzünden yaşanmış kara tablolardan ibarettir.

Okunma Sayısı: 3176
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali Tam

    14.11.2018 10:57:24

    1) Güya bir hukuk profesörü Medeni Hukuk hakkinda serh/yorum kitabi yazmis. Medeni Kanunumuzun kanun koyucusu Bahtiyar Alman Halki namina Alman Federal Meclisidir, yüksek mahkemeler kanun bosluklarini ictihat ile, hukukcu ilim adamlari da kanundaki bosluklara isabetli yorumlar ile fikirbirligi olusturarak - usulen (bizim dinimizdeki icmai ümmete) yaklasirlar- katkida bulunur. Sözümona hukuk prof yorumcu bire bir intihal/fikir calintisi olup Türkceye tercüme edilmis hukuk yorumlariyla daha sonra YÜZÜNE GÖZÜNE BULASTIRDIGI Laiklik kavramina kendi yorumunu katmis. Almanya LAIK bir ülke degildir. Seküler bir ülkedir arada DAGLAR KADAR FARK VAR, Cünkü Sekülerizmde Devletin Din düsmanligina yer yoktur bilakis BAHTIYAR ALMAN HALKININ yararina Din ve Devlet Sosyal Hizmetler Konusunda ve gereken tüm ülke yararina islerde (hatta istihbaratta) ELELE calisirlar.

  • Ali Tam

    14.11.2018 10:56:45

    2) Bizim fikir hirsizi sözümona hukuk profu Laiklige tarif uydurmaya calisiyor, nerden cekse yirtiliyor tutmuyor. Gerci LAIKLIGI ne Türkiye'de hukuk ögretenler ne de baska ülkelerin meclislerinde istisare edilerek, efor sarfedilerek tarihi, dinî, etik kurallari, örf ve adetleri gözeterek koyulan kanunlarin Türkce tercümelerini kabul eden hazirci milletvekillerimiz ne yüksek mahkemeler, buna AYM de dahil LAIKLIK nedir gercekten bilmiyorlar. Isin icinden cikamadiklarindan BU BIZIM ANLAYISIMIZA GÖRE LAIKLIKTIR diyorlar. Tavugun suyunun suyunun suyu bile degil ama yine de yutuyorlarsa/yutturuyorlarsa afiyet olsun!

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı