Siyasetle kafayı bozanlar var. Sayıları da az değil, ne yazık ki. Böyleleri için her şey mübah, her yol meşru.
Ehl-i dünya için bu tür bozulmalar normal karşılanabilir. Ama, ehl-i din için aynı şey söylemek mümkün değil. Siyaset için ve siyasî iktidar için her yolun mübah olarak görünmesi asla kabul edilemez ve normal karşılanamaz.
Aklı başında olanlara bunu anlatır, ikna edebilirsiniz. Ama, gözünü iktidar hırsı bürümüş olanlara aynı hakikati kolay kolay anlatamazsınız. Anlatsanız da anlayamaz. Çünkü, denge-muvazene tamamen bozulmuş durumda. Onlara göre, neredeyse din eşittir siyaset ve iman eşittir iktidar olmuştur. Gözleri başka bir şey görmüyor, akılları başka bir şeyi anlamıyor.
Tabii, dengenin bu derece bozularak artık kafanın basmaması hali kendiliğinden oluşmuş-gelişmiş değil. Bunun mühim sebepleri ve dahi müsebbitleri vardır. Biraz da ona bakalım.
*
1970’li yıllarda yaşanan, şahit olunan acı bir vaka var. O tarihlerde, dini siyasete âlet ederek dindarların oyuna talip olan bir siyasetçi, yapılan seçimlerin “Aslında bir nevi Müslüman sayımı” olduğunu söyledi. Bunu üzerine, dindar olanlar arasında üzücü bir ihtilâf çıktı. Bu sözü doğru kabul edenlerin yanında, Allah’tan ki aklı başında olan ekseriyet tarafından bu sözü saçma ve sapma bulundu ki, dehşetli bir ihtilafın önüne bu suretle geçilmiş oldu.
Dolayısıyla, bütün bir İslâm dünyasında değil de, sadece bir ülkede yapılan ve asıl maksadı millete hizmet edecek zevatı Meclis’e taşımak olan seçimlerin bir nevi “Müslüman sayımı” addetmenin doğru ve isabetli bir davranış olmadığı, o tarihte galip bir kanaat halini aldı.
Ne var ki, siyaset kazanının mütemadiyen kaynatılmasıyla, o zamandan bu zamana bazı anlayış ve bakış açıları gibi, bazı dengelerin de değişime uğradığını esefle görmekteyiz. Siyasî iktidar ile İslâmî iktidarı birleştiren, aynileştiren türediler, ne yazı ki ortalığı istilâ etmeye başladı. Bu da, haliyle endişe verici bir âkıbete doğru toplumu sevk ettiği kanaatini uyandırıyor.
*
Bir dost sohbeti esnasında, söz döndü dolaştı ve nihayet “ümmet ekseriyetinin ittifakı”na dair kudsî rivâyetin nasıl yorumlanması gerektiği meselesine geldi.
O Hadis-i Şerif’in meâli şöyledir: “Ümmetimin ekseriyeti dalâlette ittifak etmez.” (Keşfu’l-Hafa, 1: 65.)
Aynı hadisi “Ümmetim yanlışta ittifak etmez” veya “Ümmetim sapıklık üzerine ittifak etmez” şeklinde tercüme edenler de var.
Asıl mesele, söz konusu rivâyetin nasıl yorumlanması ve bilhassa bu zamanın hadiseleri itibariyle bunun nasıl anlaşılması gerektiği.
Bir arkadaşın yorumu şöyle oldu: “Bu rivâyet, ümmet ekseriyetinin tercihi ve kararının meşrûiyeti hakkında kuvvetli bir senet teşkil ediyor. Ümmetin ekseriyeti yanlışta karar kılmayacağına göre, hakta ittifak ediyor demektir. Meselâ, Nur Risâlelerinin hem ekser ulema, hem de avam tarafından umumî kabul ve takdir görmesi, bu eserlerin doğruluğuna, makbuliyetine ve hak olduğuna kuvvetli bir delildir.”
Bir başka arkadaş, hadisin bir mânâsını geniş siyaset dairesine teşmil ederek, yüzde 99’u Müslüman olan milletin, oylarıyla yaptığı siyasî tercihlerin de dikkate alınması gerektiğini ifade etti.
*
Bakış açıları, siyasette farklı olabilir. Ama, dinî meselelerde mü’minler arasında ihtilâ çıkmamalı. İhtilâfın çıkması, dinî temel değerlerin, ölçü ve prensiplerin siyasete uydurulmaya veya değişken siyasete âlet edilmeye çalışılması sebebiyle oluyor.
O halde, siyasî seçimleri, asla ve kat’a bir Müslüman seçimi, yahut ümmetin bir sayımı olarak görmemeli ve bu şekilde bir değerlendirme yapmamalı. Yapanların zamanla kendileri sıkıntıya düşer. Çünkü, bir siyasî parti seçimleri kazanabilir de, kaybedebilir de.
İşte, bu tarz bir kazanma ve kaybetmeyi tutup dine endekslemeye kimsenin hakkı yoktur ve olmasa gerektir.