Bugün yine yakın tarihte yaşanmış iki mühim vukûâttan söz etmek istiyoruz. İkisi de Rumeli’de yaşanmış.
Birincisi, 10 Haziran 1829’da büyük bir zaferle kazanılan Silistre Müdafaası;
Diğeri, Lozan Antlaşması Protokolüne son anda eklenen ve 10 Haziran 1930’da yeni bir safhaya taşınan Mübadele Meselesi.
Tuna Boylarında Silistre Müdafaası
Halkın dilinde destanlaşan ve meşhûr Namık Kemâl'in "Vatan Yahut Silistre" isimli piyesine de konu olan şânlı Silistre Müdafaası (Tuna Nehri kıyısında), 10 Haziran 1829’da büyük bir zaferle tâçlandırılmış oldu.
Oradaki küçük bir Osmanlı birliği, 40 bin kişilik koca Rus ordusunu darmadağın etti.
“Kırım Meselesi” yüzünden, 1828-29 yıllarında tekrarlanan Kırım Harbi, Rumeli Cephesi’nde de bütün şiddetiyle devam ediyor. Rusya, harbin sonlarına doğru Romanya'nın neredeyse tamamını almış durumda. Sıra Silistre’ye gelmiştir.
Burayı, 8-10 bin kişilik bir Osmanlı birliği korumaya çalışıyor. Başlangıçta 30 bin, bilâhare 40 bini aşan bir Rus ordusu, Silistre'yi kuşatmaya başladı. Kuşatma 70 gün sürdü. Bu zaman zarfında, Rus topçularının saldırısıyla, kalenin yıkılmayan burcu kalmadı. Osmanlı zayiatı had safhada olmasına rağmen, direniş devam ediyordu. Ordu, aç kalma pahasına teslim olmuyor; üstelik, fırsat buldukça taarruza geçiyordu.
10 Haziran 1829'a gelindiğinde, artık yolun da sonuna gelindiğine ve Gazi Musa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin teslim olacağına inanılıyordu. Ancak, durum tam tersi oldu. Birkaç bin kişilik Osmanlı birliği, komutanlarının "Ya ölüm, ya zafer" kararlılığıyla Ruslara karşı şiddetli bir saldırı harekâtını başlattı.
Ruslar, bu beklenmedik çıkış karşısında şaşkına döndüler. Aynı zamanda korkuya kapıldılar. Arkada büyük bir kuvvetin geldiğine inandılar. Bu sebeple paniğe kapılarak, bozgun halinde geriye çekildiler.
Mübadele trajedisi
Lozan Antlaşması’na (1923) son anda eklenen bir protokol maddesiyle, Türkiye ile Yunanistan arasında "Ahalinin Mübadelesi" kararı alındı. Buna göre, Türkiye'de ikamet etmekte olan Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya'da ikamet etmekte olan Müslüman Türkler yer değiştireceklerdi.
Bu kararın uygulanmasına hemen geçildi. Yunanistan sınırları içinde yaşayan yaklaşık 400 bin Türk Türkiye'ye göç ederken, Anadolu ve Trakya'da yaşayan bir milyondan fazla Rum da Yunanistan'a göç etmeye başladı. Bu arada, Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenlerin arasında 20-30 bin civarında bir Dönme kitlesinin bulunduğunu hatırlatmak lâzım. Rumlar'dan geriye kalan servetin âlâsı, bu kesimden olan kimselere verildi.
Mübadele Antlaşması’na göre, yer değiştirmeyi kabul eden göçmenler, sadece taşınabilir mallarını götürebilirler; gayr-ı menkulleri ise, Milletler Cemiyeti’ne bağlı bir komisyon tarafından altın üzerinden değeri biçilerek ödenmesi cihetine gidilecek.
Bu göçler, yer değiştirmeler ve yerleştirmeler esnasında, haliyle çok büyük sıkıntılar, trajediler, dramlar, travmalar yaşandı. Yaşanan birtakım adâletsizlikler ve bilhassa uyum sağlama problemleri, bazı ailelerin sıkıntısını had safhaya çıkardı.
Mübadele yapıldı; karşılıklı göçler—azalarak da olsa—yıllarca devam etti. Ne var ki, bazı sıkıntılar her iki tarafta da bir türlü aşılamadı. Bu sebeple, 10 Haziran 1930'da Türkiye ile Yunanistan arasında, yeni bir "Ahali Mübadelesi Antlaşması" yapma cihetine gidildi.
Buna göre, eski anlaşmaya ilâveten, "mütekabiliyet" prensibi konuldu. Yani, göç etmek isteyenler gibi, iki ülkede daimî sûrette ikamet etmek isteyen Türk ve Rum vatandaşlara eşit muamele yapılacak ve birbirine denk şartlarda mübadele olacak.
Bütün bu antlaşmalara rağmen, ne Türkiye'deki Rumlar rahata kavuşabildi, ne de Yunanistan'daki Türkler huzur bulabildi.