Siyasete giren dindar bir Müslümanda “aşk-ı siyaset” yerine “aşk-ı İslâmiyet” galip gelmeli. Aksi halde, yani bu ölçü ve kıstaslar yer değiştirdiği takdirde, safâ yerine cefâya, saadet yerine felâkete dâvetiye çıkartılmış olunur.
* * *
On Üçüncü Lemâ’da ifade edildiği gibi “İblis’in (Şeytan’ın) en mühim bir desisesi, kendini, kendine tâbi olanlara inkâr ettirmektir.”
Aynen öyle de, “Şeytanlaşan siyaset”in âleti ve oyuncağı haline gelen bazı iman kardeşlerimiz de, bu mânâdaki bir siyasetle asla ilgilenmediğini, hiç de meşgul olmadığını söyleyip durur. Hatta, daha da ileri giderek, kirli ve ehemmiyetsiz bir siyasetle asıl senin meşgul olduğunu iddia eder. Böylelikle, katmerli, mürekkepli bir vartaya düşer ve fakat düştüğünden bile haberi olmaz.
* * *
Hani derler ya “boğazına kadar, gırtlağına kadar” siyasete girdiği halde, yine de tutup başkasını suçlama cihetine giden o iman kardeşlerimizi uyarma, ikaz etme kabilinden bazı kıyaslamalar yaparak devam edelim.
Bak, aziz ve muhterem kardeşim.
Seni evvelâ şöyle bir siyaset arenasına çakiyorlar mı? Çekiyorlar.
Hemen ardından, seni bir partinin tarafgiri haline getiriyorlar mı? Getiriyorlar.
Artık gerisi kolay. Devamı, çorap söküğü gibi kendiliğinden geliyor.
Meselâ, siyaset, partiler arasında bir demokratik yarış pisti gibi olması gerekir iken, tutup bunu “iman-küfür çekişmesi” gibi göstermeye çalışırlar. Seni de peyderpey şekilde bu batağın içine çekerler. Sen ise, patinaj yaptıkça, ilerledim zannedersin.
İşte bunun çarpıcı bazı örnekleri:
* Bak kardeşim, güya en aklı başındaki adamlar bile demokrasinin lâzımı olan “seçim çalışmaları”nı tutup “düşmanla yapılan savaş”a benzetiyor mu? Benzetiyor.
* “Savaşta hile mübahtır” sözünden hareketle, her türlü hile ve desiseye “mübah” kılıfını giydiriyorlar mı? Ne yazık ki öyle...
* Seni tarafgir hale gelen bağnaz zihniyet, muhalif taraftaki lider, parti ve partilileri “düşman, hain, kukla, terör yandaşı...” olarak görüp göstermeye başlıyorlar mı? Hiç şüphesiz başlıyorlar. Yaftalama yapıyorlar mı? Yapıyorlar elbette...
* Sırf parti tarafgirliği sebebiyle, meselâ Üstad Bediüzzaman’ın doğrudan doğruya “Haricî düşmanla harp halinde iken” ve bu şartlara bağlı olarak zikrettiği “Antranik-Enver ile Venizelos-Said Halim” kıyaslamasını getirip iç siyasete aynen tatbik ediyorlar mı? Kesinlikle ve maalesef ediyorlar?
* Hatta, bir adım daha da ileri giderek, bir parti tarafgirliğinin, adeta “Müşriklere karşı Peygamberin safında durmak” şeklinde lanse ediyorlar. Ne yazık ki, dahası yazıklar olsun ki bu şenaati bile aynen işliyorlar.
Şimdi, beraber düşünelim, aziz kardeşim: Bütün bu yapılanlar siyasetçilik değil mi? Yani, bundan âlâ (pardon, bundan süflî) siyasetçilik mi olur? Hem, daha ötesi ne ola ki?
Evet, sevgili kardeşim, “Siyaset yapmıyoruz” zannı ile yola çıkan bazı kardeşlerimiz, siyaset aşkına öyle bir tutulmuşlar ki, ne yaptıklarının bile farkında değiller. Adeta, bütün değerleri yıkıp tarumar ediyorlar da, başkasını suçlamaktan fırsat bulup nefislerini şöyle bir muhasebeden, bir murakabeden geçirmeyi düşünmüyorlar.
Böyle yapmakla, hem kendilerine, hem başkalarına yazık, çok yazık ediyorlar.
Bizim yaptığımız ise, emin olmalısın ki, bu noktadaki bütün endişemiz ve muradımız, “mukaddes din ve iman hizmeti zarar görmesin” adınadır. Zira, dine ve dindarlara gelen veya gelebilecek en büyük zarar ve tehlike, dinî mukaddes değerlerin siyasete alet edilmesinden dolayı gelir veya gelebilir.
***
@salihoglulatif:
Sizin en güçlü yönünüz, eğer muhalif görüşteki kimselere saldırmak, karalamak, yaftalamak ise, hizmet diye saydığınız bütün işleriniz şüpheli, şaibeli, tartışmalı demektir. Çünkü, her sahtekâr hamiyetfürûşun da kendine göre bir samimiyet kisvesi, bir dürüstlük maskesi var.